Peygamberimizin (s.a.v.) nurunun Hz.ademden intikali

Peygamberimizin nurunun yaratılışı ve hz.ademden itibaren Peygamberimize kadar intikal edişi.Peygamberimizin doğumu.peygamberimizin doğumu esnasında zuhur eden hadiseler

Taberânî Enes Radıyallâhü Anh’dan rivayet etti,
Rasülüllâh S.A.V. buyurdular ki:
-Cebrail biraz önce bana Rabbinin şöyle buyurduğu (haberi) ile geldi: “Yeryüzünde sana bir kere salavat okuyan müslümana ben ve meleklerim on salât ederiz.”

Bilmelisin ki, meleklerin adedi sayılamayacak kadar çoktur. Onların sayısını ancak Hazreti Allah bilir. İyi düşün ey kardeş. Bu mükâfât, ümmeti Muhammed’in habibine salâvatı sebebiyle Hazreti Allah’ın bir nimetidir. Öyle ise otururken, ayakta, düşünürken, yatarken, yürürken, binek üzerinde iken, abdestli, abdestsiz, nerede ve nasıl olursan ol, o yüce Peygambere salavât oku. (Sinâniye)

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin-is sâbıkı lil-halkı nûruhü, Ver-rahmetü lil-âlemine mevlidühü ve zühûruhü. Ve alâ âlihi ve sahbihî ve ehli beytihî ve sellim.

Bilinmelidir ki: Bu ümmetin, nuru bütün mahlûkâttan önce yaratılan bu yüce peygambere, onun âline ve ashâbına salavât okumak suretiyle onu tâzim etmesi, ululaması icab eder. Çünkü âlemin ve Âdem’in yaratılmasından maksat o büyük zâttır.

Allah’ü Teâlâ Peygamber Aleyhisselâm’ın mübarek başını bereketten, gözlerini hayâdan, dilini zikirden, kulaklarını ibretten, dudaklarını tespihten, yüzünü rızâdan, göğsünü ihlâstan, kalbini rahmetten, gönlünü şefkatten, ellerini sahâvetten, saçlarını Cennet bitkilerinden, ağız suyunu Cennet balından yarattı. Bu vasıflarla ikmâl ettikten sonra da bu ümmete Peygamber olarak gönderdi. Buyurdu ki:

- “And olsun, size, içinizden bir peygamber geldi.” (Tevbe-128)

Ve bizlere dedi ki: “Bu, benim sizlere hediyemdir, hediyemin kıymetini bilin ve onu, üzerine salâvat okumakla tazim edin.” Zira o Peygamber, büyük bir nimet ve umumi bir rahmettir. Bunun içindir ki, Hazreti Allah, içlerinden onu peygamber olarak göndermek suretiyle müminlere ihsanda bulundu.

(1)
ALLAH HABİBİNİN İSMİNİ MÜKEVVENATA YAZDI

İhlâslı müminin, Allâh’ü Teâlâ’nın hak din ile göndermiş olduğu bu Peygamberi tazim etmesi lâzımdır. Gerçekten Hazreti Allah onun kadrini ve zikrini yüceltmiş ve ismini mükevvenâtın safhaları üstünde zikretmiştir.

Bir zât anlatıyor:
Hind memleketine gitmiştim. Bir şehre vardım. Orada bir ağaç gördüm; bademe benzer kabuklu meyvesi vardı. Kabuğu kırıldığı zaman içinden dürülmüş, yeşil bir yaprak çıkıyordu. Üzerinde kırmızı yazıyla (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasülüllah) yazılı idi. Yazı Hintçe di. Hindistanlılar ona saygı gösteriyorlar, yağmur yağmadığı zaman onu vesile ederek yağmur talebinde bulunuyor, onun yanında Allah’a yalvarıyorlardı.

Peygamber Efendimizin en temiz nesepten geldiği çok açık ve meşhur delillerle sabittir.

Bu delillerden bazıları:

İbn-i Abbas Radıyallâhü Anh Nebi Aleyhisselâm dan rivayet etti:
Adem Aleyhisselâm yaratılmadan iki bin sene evvel Rasülüllah’ın nuru Allah’ü Teâlâ’yı tesbih ediyordu. Melekler de onun tesbihi ile tesbih ediyordu. Hazreti Allah Adem’i yarattığı zaman Rasülüllah’ın nurunu onun sulbüne ilka etti.
-“Allah Azze ve Celle benim (nurumu) Adem’in sulbünde yeryüzüne indirdi. (Şit ve İdris’in sulbüne intikal ettikten) sonra Nuh’un sulbüne koydu. (Sonra sırası geldiğinde) İbrahim Aleyhisselâm'ın sulbüne koydu. Hazreti Allah beni devamlı kerim sulblerden temiz rahimlere nakletti. Anne babamdan dünyaya çıkarıncaya kadar aslâ zinaya bulaşmadılar.”

Melekler Adem Aleyhisselâm’ın arkasında saf halinde durup onun sulbüne konulan nurdan faydalanıyor, istifade ediyorlardı. Hazreti Adem bunun hikmetini Rabbinden sordu, tazarru ile buyurdu ki:
-“Bu melaike-i kirâm benim arkamda saf saf olup niçin duruyorlar?” Allah’ü Teâlâ şöyle buyurdu:
-“Meleklerim, senin sulbüne emanet olarak bırakılan habibim Muhammed’in nuruna bakıyorlar. Yakında senin sulbünden ayrılır, sulbden sulbe, secde eden (nesil) den secde edene geçer. O, nebilerin ve Rasüllerin hâtemi, evvelînin ve âhirinin efendisidir.”

Sonra, Hazreti Adem meleklerle karşı karşıya, yüz yüze olabilmek, bununla müşerref olabilmek için peygamberimizin nurunun alnına konulmasını istedi. Bu gizli nur, o güvenilir insanın alnına nakledildi. Nur yer değiştirince melekler de dönüp yer değiştirdiler. Rasülüllah’ın nuru Hazreti Adem’in alnında “duha vaktinin güneşi” gibi, hatta ondan daha parlak ve göz kamaştırır bir şekilde parıldıyordu.

HAVVA VALİDEMİZİN HAYRETİ

Rivayet edildiğine göre:
Havva (Radıyallahü Anhâ) validemiz zevcesi Hazreti Adem’in alnında parlayan nura şahit olunca şöyle dedi:
-“Alnındaki bu nur nedir? Beni hayret ve dehşette bıraktı.”
Adem Aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
-“Ey Havva! Seni hayrette bırakan bu nur, evlâdımdan mübarek bir peygamberin nurudur. O, Allah’ın yarattıklarının en yücesi ve katında en şereflisidir.”
Sonra Adem Aleyhisselâm Rabbinden bu nuru, görebileceği, baktıkça faydalanabileceği ve lezzet alabileceği bir uzvuna koymasını istedi. Mevlâ duasını kabul etti ve tesbih (şahadet) parmağına nakletti. O nur ile Hazreti Adem’in gözünü aydınlattı. Adem Aleyhisselâm zikir ve tesbih ile meşgul olduğunda bu nur da tesbih ve tahmide iştirak ederdi.
Daha sonra Hazreti Adem Rabbine şöyle yalvardı:
-“Bu nurun artığı var mı Ya Rab?” Hazreti Allah:
-“Sahabilerinin nuru arttı,” buyurdu. Adem Aleyhisselâm:
-“Ya Rabbi! Diğer parmaklarımı da bu nurdan arda kalan ile süsleyiver,” dedi. Cenab-ı Hak Ebu Bekr-in-is-Sıddık’ın nurunu vusta (orta) parmağına, Hazreti Ömer-ül Faruk’un nurunu bınsır (orta ile serçe parmağı arasındaki) parmağına, Osman-ı Zin-nureyn’in nurunu hınsır (serçe) parmağına, Ali bin Ebu Talib Kerremallahü veche’nin nurunu da İbhâm (baş) parmağına koydu. (Rıdvanullahi Teâlâ Aleyhim Ecmaiyn)

İşte bu nurlar Hazreti Adem cennette bulunduğu müddetçe parmaklarında parıldadı ve tesbih etti. Sıkıntı ve meşakkat evi (olan dünya) ya nakledilince nur da sulbüne iade edildi.
(Vesilet-ül Uzmâ)

Mefâtîh-ut Tefâsîr sahibinin söyledikleri de Vesilet-ül Uzmâ’da zikredilenleri te’yid etmektedir. Şöyle ki:
Adem Aleyhisselâm cennette iken Muhammed Aleyhisselâm ile görüşmeyi çok arzu etti. Allâh’ü Teâlâ Hazreti Adem’e onun kendi sulbünden olduğunu ve ahir zamanda geleceğini vahyetti. Adem Aleyhisselâm Cennette iken Muhammed Aleyhisselâm ile görüşmeyi istedi. Hazreti Allah Muhammed’in nurunu sağ elinin tesbih (şahadet) parmağına koydu ve bu nur tesbih etti. Onun içindir ki bu parmak müsebbiha (tesbih) parmağı diye isimlendirildi.

Denildi ki:
Hazreti Allah habibinin cemalini Adem Aleyhisselâm’ın iki baş parmağının tırnakları üzerinde bir ayna misali izhar etti. O da baş parmaklarının tırnaklarını öpüp gözlerine sürdü. Onun bu hareketi zürriyeti için asıl oldu. (İnsanlar böyle yapmakla ona tabi oluyorlar.)

Cebrail Aleyhisselâm bu kıssayı peygamberimize haber verdi. Aleyhisselâm Efendimiz de buyurdular ki:
-“Kim ezanda benim ismimi işittiğinde baş parmaklarının tırnaklarını öper ve gözlerine sürerse ebediyyen kör olmaz.”
(Mefâtih-üt Tefâsîr)

(11)
KUREYŞ KIZLARI ABDULLAH İLE NİŞANLANMAK İSTİYORLAR

Kureyş kızları Rasülüllah’ın vasıflarını eski mukaddes kitaplardan öğrenmişler, biliyorlardı. Onlardan güzellik ve mal sahibi birisi Rasülüllah S.A.V.’ in nurunu babası Abdullah’ın alnında müşahede ediyordu. Bir gün Abdullah’a çokça mal va’d edip kendisiyle nişanlanmak, beraber olmak arzusunu izhar etti. Hadise, Abdullah’ın Âmine validemizle evliliği arefesinde idi. Abdullah, babası izin verinceye, nikahlayıncaya kadar bunun mümkün olmadığını ifade etti ve kaçındı. Babası, Abdullah’ı şeref ve neseb bakımından Zühre oğullarının büyüğü olan Vehb bin Abdi Menaf bin Zühre’ye götürdü. Kureyşin en güzel, asil ve faziletli kızı olan Vehb’in kızı Âmine ile evlendirdi.

Hazreti Âmine mahlûkatın efendisi Aleyhisselam’a hamile olunca nur Abdullah’tan ayrılıp Âmine validemize intikal etti.

Bir gün Abdullah yolda daha önce kendisi ile nişanlanmayı, beraber olmayı teklif eden kadına rastladı.
-“Önceden arz etmiş olduğun malları verirsen arzunu yerine getirelim, (evlenelim)” dedi. Kadın şöyle cevap verdi:
-“Ey Abdullah! Sen bu hayali, (düşünceyi) aklından çıkar. Bu iş artık mümkün değil. Çünkü ben, o malı senin alnında bulunan nurun hatırına va’d etmiştim. O nur ise şu anda senden ayrılıp başkasına intikal etmiş.” (Vesilet-ül Uzma)

Bûsırî Kaside-i Bürde’sinde buna işaret edip Aleyhisselâm Efendimizi medih babında şöyle diyor:

Yaratılış ve ahlak olarak nebilerden üstün oldu,
İlim ve şerefte ona asla yetişemediler.
Hepsi de Rasülüllah’tan isteyicidirler,
Denizden bir avuç, okyanustan birazcık su.

Kaside-i Bürde’de Peygamberimiz’den Fazilet Güneşi diye bahsedilmektedir.
Mevahib-i Ledûniyye’de “Güneş” Efendimiz Aleyhisselâm’ın isimlerinden sayılmıştır. Bu ismin kullanılması:
Peygamberimiz’in faydasının çokluğu, kadrinin yüceliği, şeriatının zuhûru, kıymetinin üstünlüğü ve makamının büyüklüğü sebebiyledir. Öyle ki, onun kemâlâtını saymak mümkün değildir.

Güneşe gözünü doldura doldura bakmak mümkün olmadığı gibi Peygamberimize bakan kimse de nurunun parlaklığından gözünü doldurarak bakması mümkün olmazdı. Güneş mertebe olarak bütün yıldızların üstündedir. Sair yıldızlar güneşin nurundan faydalanır, ışığını ondan alırlar.
Peygamberimize Güneş isminin kullanılması münasiptir. Zira, Enbiya nurunu Aleyhisselâm efendimizin nurundan almaktadır.
Eğer sen “Bizim, peygamberimiz nebilerin sonuncusudur, diğer nebilerin nurları zaman olarak Peygamberimizden öncedir, Peygamberimizin nuru daha sonradır, nasıl olur da diğer peygamberler nurlarını peygamberimizin nurundan almış olur? dersen, ben de derim ki;
-“Peygamberimiz her ne kadar (zahiren) vücut olarak en son gelmiş olsa da nuru diğerlerinden öncedir.”

Hasılı o seyyid, hidayet imamı, Allah’ın fazilet ve merhamet güneşidir. Allah’ın lütuf ve minneti ile alemlerin üzerine doğan bir rahmet güneşidir. O güneşin istiva hattı ümmetinin üzerine yöneltilmiştir. İklimler onun dininin ve milletinin iklimine muadil olmakta, denkleşmektedir. Çünkü o iklimin her vakti, letafeti baki olan bahardır.

Sonra bütün peygamberler (Muhammed) güneşinin ay ve yıldızlarıdır. Ay ve yıldızlar güneşten aldıkları ışığı onun olmadığı zaman (gece) izhar ettikleri gibi, diğer peygamberler de onun dünyayı teşrif etmediği dönemlerde fetret ve dalâlet karanlıklarında hidayet nurlarını izhar etmişler, ortaya çıkarmışlardır. Sultanları (Efendimiz) zahir olduğu zaman da gizlenmişlerdir.
Peygamberimizin dini diğer peygamberlerin dinlerini nesh etmiş, hükümlerini ortadan kaldırmıştır. Nebi S.A.V. Allah-ü Teâlâ’dan fazlı ve ihsanı ile, her mertebede, Kemal semasının fani olmayan, batmayan güneşidir.

Efendimiz Aleyhisselâm’ın nuru nurlar aleminde, aklı akıllar âleminde, nefsi nefisler âleminde, rûhu ruhlar âleminde, sırrı sırlar âleminde ve kabri de kabirler âlemindedir. Diğer Peygamberler ise bu mertebelerin hepsinde Peygamberimiz (güneş)inin kamer ve bedirleri mesabesindedir. Diğer Peygamberlerin elinde zahir olan bütün nurlar Peygamberimizin nurundan akmaktadır. Ona da Melik-i Cebbar olan Mevlâ’dan akmaktadır.

Bunun ilk zuhuru da Adem Aleyhisselâm’dadır. Şöyle ki, Allah onu yeryüzünde halifesi kılmış ve Muhammed S.A.V.’e ait olan “Cevâmi-ul Kelim” makamından isimlerin tamamını öğretmek suretiyle yardım etmiştir.Rivayete göre,
Peygamberimiz A.S.’ın nuru Mekke’de Hazreti Adem’in, gemide Hazreti Nuh’un, ateşin içinde iken Hazreti İbrahim’in sulbüne intikal etti. Böylece, secde eden sulplerden temiz rahimlere geçmek suretiyle ana babasından bu alemi şereflendirinceye kadar intikal etti.

NUR BABASINA İNTİKAL ETTİ

Vâkıdî’den:
Hac mevsiminde Habib S.A.V.’in telbiyesi İlyas bin Mudır’ın sulbünden işitirdi. Bu nur, dedesi Abdül Muttalib’in alnında daha çok parıldar oldu. Sonra babası Abdullah-i Zebih’in alnında zâhir oldu. Ne zaman ki Celil olan Rabbimiz ervâh semâsından vücut âlemine onun zâtının güneşinin doğmasını murâd etti. Abdülmuttalib oğlu Abdullah’ın kalbine nikâh sevgisini ilkâ etti. Annesine:
-“Güzellik ve Cemâl sâhibi, ölçü ve görüş sahibi bir kız ile evlendirmeni arzu ediyorum. Nesebi âli, soyu yüce olsun.” dedi. Annesi:
-“Baş üstüne, arzunu derhal yerine getiririm.” dedi ve Kureyş Kabilelerini araştırmaya başladı. Hasep, nesep ve cemâl-güzellik sahibi kız bulunan hiç bir ev bırakmadı. Vehb’in kızı Amine’nin dışında hiç birisini beğenmedi. Oğluna geldi ve durumu haber verdi. Görüşler ve sözler Amine üzerine ittifak etti. Amine, ana babasından Abdülmuttalib oğlu Abdullah için istenildi ve nişanlandı.

Saadet ve ikbal kendilerine yardım etti. 400 dirhem saf altın, 400 dirhem gümüş, yüz deve, yüz sığır ve yüz koyun mihr-i muaccel gönderdi. Düğün ihtiyaçlarını hazırladılar. Ziyafet kazanlarını kurdular. Tayin edilen günde toplanmaları için kabilelere elçiler gönderdiler. İnsanlar grup grup toplandı. Sürur ve sevinç ile iştirak etti. Düğün ve zifaf Recep ayının bir Cuma gecesi vuku buldu. O saatte vücut sedefinde yetim inci (Efendimiz Aleyhisselâm) kararlaşmış oldu. O gece, o mübarek nur Abdullah’ın alnından ayrıldı.

Rivayete göre Amine validemiz Peygamberimiz Aleyhisselâm’a hamile olunca Arap kadınları kendisine haset ettiler. Hatta yüz kadın üzüntüsünden öldü.

Şair ne güzel söylemiş:

Gönüller sükûnet buldu, sevinçle yaşa ey ceset!
Bu nimet duracaktır ilel ebet.
Vücudu ruhu, bir olan zatın arzusudur,
O olmasaydı seven için varlık tamam olmazdı.
İsa, Adem ve bütün önderler (peygamberler),
Onlar birer gözdür, o ise gözlerin nuru.
Şeytan o nurun Adem’in yüzündeki parıltısını görseydi,
Adem’e evvela secde eden o olurdu.
Veya Nemrut onun cemalinin nurunu görseydi,
İnadı bırakır, Halil (İbrahim) ile birlikte Celil’e ibadet ederdi.
Lâkin Allah’ın cemali bu nuru örttü (de göremediler).
O nur ancak Samed olan Allah’ın lütfu ile görülebilir.


NURUN ANNESİNE İNTİKAL ETTİĞİ GECE (Regaip Kandili)


Amine validemiz Peygamber Efendimize hamile olduğu gece Semâ ve Arz’da şöyle nida edildi:
“Muhammed’in saklı nuru bu gece Amine’nin karnında karar buldu. İnsanlar için müjdeleyici ve korkutucu olarak çıkarılacaktır.”

Rıdvan’a (Cennet’in kapıcısı olan büyük melek), Muhammed Aleyhisselâm’ın mükevvenata gelişine bir ikram olarak bu gece Cennet kapılarını açması emredildi.

O gece bütün putlar yüz üstü düştüler.

İblis (Aleyhillâne) Ebu Kubeys dağından seslendi ve avanesi toplandı. Onlara şöyle dedi:
-“Yazıklar olsun size ey şeytanlar; bu gece annesi, Muhammed’e hamile oldu.” (12)

Bu gece, Kureyş’in bütün hayvanları konuştu ve şöyle dedi:
-Annesi, Muhammed’e hamile oldu, Kabe’nin Rabbine yemin olsun ki o, dünyanın nuru ve dünyadakilerin kandilidir.

Rivayet edildiğine göre, yine bu gece Kisra’nın (o devrin en büyük devleti) sarayındaki sütunlar, burçlar çöktü. Sâva gölü kurudu. Meliklerin saraylarının direkleri sallandı.
Bu şerefli hâmileliğin her ayında Semâ ve Arz’da nidâ edilir ve şöyle denilirdi:
-“Mustafa’yı Emin’in (gelişinin) yaklaşmasını müjdeleyin.”

Rasülüllah Efendimizin annesi Âmine validemiz diyor ki:
-“Hamileliğimin altı ayı geçtiği zaman gaibten bir ses işittim, şöyle diyordu:
-“Ey Âmine, emin bulunan çocuğun doğumuna hazır ol.”

Denildi ki:
Hazreti Âmine’ye rüyada bir kimse geldi. Ayağı ile ona dürttü ve alemlerin efendisine hamile olduğunu haber verdi.

Kısaca Efendimiz Aleyhisselâm’ın annesi Âmine validemiz, hâmileliği müddetince onun kadr’ü kıymetine delâlet eden kerametler, apaçık deliller, hârikulâde hadiseler gördü. Onun mübarek vücudu bu nur ile doğdu.Hazreti Âmine, o geceyi şöyle anlatıyor:
-“O gece çok aydınlık bir geceydi. Semâda karanlıktan bir eser yoktu. Abdülmuttalib bütün çocukları ile birlikte Ka’be-i Muazzama’da duâ ve niyâza gitmişti. Yanımda hiç bir erkek ve kadın yoktu. Yalnızlığın verdiği korku vardı. Bana düşen ağlamaktı. Çünkü kadınlara gelen doğum ağrı ve sancıları bende de başlıyordu. Ben bu halde iken, içeriye hurma ağacı gibi uzun boylu bir takım kadınlar girdi. Onlara hayret ettim. Bana:
-“Biz Âsiye (Firavunun zevcesi) ve Meryem’iz, bunlar da huriler,” dediler.
O anda ben, Sema ile Arz arasına uzatılmış beyaz, ipekli bir kumaşın içinde idim. Birisinin şöyle dediğini işittim:
-“Onu insanların gözleri (önünden) alın.”
Yine, ellerinde gümüşten ibrikler bulunan ve havada duran bir takım erkekler gördüm. Vücudumdan, miskten daha güzel kokulu ter akıyordu. Doğum ânı geldi. Durum bana şiddetlendi. Sanki ben bir takım kadınlara dayanıyordum. O kadar çok idiler ki... Sanki evde benimle beraberdiler. O anda Muhammed A.S. dünyaya geldi. Onu çok güzel bir şekilde doğurdum. Asla acı ve ağrı hissetmiyordum.
Hazreti Amine validemiz anlatıyor: (15)
Dürr-ü yetimi (Hazreti Muhammed) doğurduğum zaman doğurduğum yerde bulamadım. Göz gezdirdim, araştırdım, baktım ki evimin başka bir odasına kaldırılmış. Odanın içi nur ile dolmuştu. Odaya girdiğimde habibimi bir beyaz yünlüye sarılmış, yeşil bir ipek içinde, sünnet olmuş, sürmelenmiş ve güzel kokular sürülmüş olarak, tazarru eden duacı gibi ellerini semaya kaldırmış vaziyette gördüm. Birisinin şöyle dediğini duydum:
-“Muhammed Mustafa’ya Adem’in ahlâkını, Şit’in marifetini, Nuh’un şecaatini, İbrahim’in hulletini (içten sevgi, dostluk), İsmail’in vadine sadakatini, İshâk’ın rızasını, Lût’un hikmetini, Yûşa’nın cihadını, Musa’nın şiddetini, Danyal’ın muhabbetini, Davud’un tevbesini, Eyyûb’un sabrını, İlyas’ın vakarını, Zekeriyya’nın kabulünü, Yahya’nın ismetini ve İsa’nın zühdünü verin.” Böylece onu enbiyanın ahlâkına daldırdılar.

Abdülmuttalib anlatıyor:
Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem doğduğunda Kâbe’de tavafta idim. (16) Beyt-i Şerif’in bütün direk ve sütunlarıyla Makam-ı İbrahim’e doğru eğildiğini gördüm ve onun fasih bir şekilde tekbir ve tehlilini duydum. Sonra Beyt doğruldu ve şöyle dedi:
-“Habibi Muhammed Mustafa hürmetine beni sâir mekânlar üzerine faziletli kılan Allah’a hamdolsun.”
Daha sonra Kabe’nin bölümlerinin bazısı diğer bazısına Aleyhisselâm’ın gelişini müjdeledi.
Bu manzaraya şahid olunca Safa kapısından çıktım ve Mustafa’nın (Aleyhisselâm) evine yöneldim. Kabe’nin üzerindeki putların baş aşağı düştüklerini gördüm. Âmine’nin evini de kuşların ihâta ettiğini gördüm. Evin kapısını çaldım. Seyyid ül Ebrâr’ın (Aleyhisselâm) annesi çıktı. Kendisinde doğum zafiyeti ve nifâs rahatsızlığı yoktu. Titremeğe başladım. Dedim ki:
-“Alnında taşıdığın nur nerde?” Şöyle cevap verdi:
-“Onu en güzel bir şekilde dünyaya getirdim. Hâtiften de bir ses işittim, şöyle diyordu:
-Ey Âmine, bu yavrunun adını “Muhammed” koy.
Bunu işitince dedim ki:
-“Ey Âmine, çocuk nerede?”
Küçük bir odayı işaret etti. Oraya yöneldim. Bir de ne göreyim; kapıda dehşetli, sağlam yapılı, iri yarı bir şahıs duruyor. Beni bir titreme aldı. Dedi ki:
-“Meleklerin ziyareti bitinceye, üç güne kadar yanına girmen mümkün değil.”



Hazreti Âmine anlatıyor:
Birisinin şöyle dediğini işittim:
Onun namına, bir olan zata sığınırım
Her haset edicinin şerrinden,
Her ayaktakinin ve oturanın şerrinden,
Yollarda, caddelerde,
Gözetleyip alanın şerrinden
Her inatçının fitnesinden,
Onun adına Allah’a sığınırım.

Aleyhisselâm Efendimiz beşikte iken ay ile konuşurdu. Ay’a işaret eder, Ay da onun işaret ettiği tarafa giderdi. Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem de:
-“Ben ay ile, o da benimle konuşurduk, beni ağlamaktan men etmek isterdi ve ayın, Rahman’ın Arş’ının altında secdeye varırken hasıl olan sesini işitirdim.” buyurdular.

Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın hususiyetleri hakkında zikredildi ki, melekler onun beşiğini sallardı.






Şiir:
Peygamberimiz doğduğunda iblis feryad etti.
Kahrolası iblis, feryadı fayda vermedi.

Yorumlar (0)
Yorumlarınızı asagidan yazabilirsiniz. Yeni soru sormak icin ise buraya tikla


Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..