Kur'anı Kerimi Makamlı Okumak Caiz midir?

Kuran Okurken makam yapmak günah mıdır?Mukabele hatmi okurken makamlı okumanın sakıncası varmıdır?

Tarih boyunca Kur'an-ı Kerim'e duyulan saygı sebebiyle, okunuşundan anlaşılmasına, yorumlanmasından yaşanmasına kadar üzerinde durulması gereken hususlar, bütün yönleriyle, Müslümanlar tarafından ele alınıp incelenmiştir.

Kur'an'ın okunuşu da "kıraat" ve "tecvit" ilimleriyle, ayrıntılı bir şekilde tespit edilmiştir. Ancak kıraate makamın katılıp katılmaması tartışma konusu olmuştur. İslam'ın fıtrat dini oluşu, insanın yaratılışına en uygun din oluşu ve insanın güzelliğe meyli dikkate alındığında görülecektir ki, mûsikî de güzel sanatların en eskisi, en yaygını ve en etkili olanıdır.

Ayrıca Kur'an'ın kendisinde de üstün bir âhenk ve üslubun olduğu görülmektedir. Bunu sağlayan unsurların başında ise âyet sonlarında güzel bir uyum ve ahenkle yer alan fasılalar gelmektedir.

Öte yandan, konuyla ilgili âyet ve hadislerin işaret ettiği mana; tecvid kaidelerine uymak kaydıyla, okuyuşu güzel ses ve makam ile süslemenin caiz olduğu ve hatta teşvik edildiği şeklindedir. Bununla birlikte, işi çığırından çıkararak ses gösterisine dönüştürmek, makamı ön plana almak, tecvid kurallarından fedakarlık etmek ve okunanın Allah kelamı olduğu şuurundan uzaklaşmak elbette caiz değildir.

Kur'an'ı Tecvid Üzere Okumak:

Tecvid: Sözlükte; bir şeyi süslemek, güzel ve hoşça yapmak anlamlarına gelen, ıstılahta ise; kuvvet, zayıflık, şiddet, yumuşaklık, sadelik vb. bakımlarından çıkış yerlerine göre, her bir harfin hakkını vererek telaffuz etmek anlamını ifade eden Arapça "C-V-D" kökünden "tef'îl" ölçüsünde bir mastar.

Tecvîd'in birbirine yakın pek çok tarifi yapılmıştır. Bu tariflerden anlaşıldığına göre tevcîd, bilim olarak harfleri incelemektedir. Tecvid, Kur'an-ı Kerîm'in okunuşuyla ilgili bir bilim olunca, onun ilgi alanı Kur'an'dır; yani Kur'an'ın kelimeleri ve bu kelimeleri oluşturan harflerdir. Kur'an harflerinin durumunu söz konusu eden tecvid, Kur'an-ı Kerîm'i hatasız okumayı öğreten bir ilimdir. Buna göre tecvîdin gayesi, ilahî kelâmın okunuşunda, dili her türlü hatadan korumaktır.

Tecvîd ilmini bir çok âlim, kıraat ilminin bir parçası olarak değerlendirmişlerdir. Fakat tecvîd, Kur'an'ın Allah ve Resulünün isteğine göre okunması konusunda önemli bir rol üstlendiği için, ayrı bir bilim dalı olarak sayılması gerekli görülmüştür. Çünkü kıraat ilminin konusu Kur'an-ı Kerim'in kelimeleri, tecvîdinki ise, onun harfleridir.

Tecvidin gayesi, Yüce Allah'ın,

"Kur'an'ı açık açık, tane tane oku." (Müzemmil, 73/4)

buyruğunu gerçekleştirmektir. Buna göre Kur'an-ı Kerim, ağır ağır, harflerini belli ede ede, öyle ki, dinleyenlerin adeta harflerini sayabileceği şekilde okunmalıdır. Bu ayette Kur'an'ın güzel, ahenkli ve tane tane okunması, telaffuzu ve harflerin çıkış yerlerine uygun bir şekilde tilavet edilmesine dikkat çekilmektedir.

Kur'an, Allah sözü olduğu için, indiği şekilde korunması ve böylece okunması gerekmektedir. Âilimlerin belirttiğine göre bu ayette Allah, Peygamber'ine Kur'an'ı tecvîd ile okumayı emretmiştir. Dolayısıyla bu emir, bütün Müslümanlar için de geçerlidir. Zemahşeri, ayetteki "tertîlen" mastarının emrin vücûbunu te'kid etmek ve Kur'an okuyan kimseye tecvîdin muhakkak gerekli olduğunu göstermek için geldiğini belirtmiştir (Zemahşerî, Keşşaf, III/281).

Kur'an-ı Kerim Allah katından lafız ve manasıyla birlikte inmiş olduğu için, Kur'an bütünlüğünü oluşturan lafız ve mana örgüsüne önem vermek gerekmektedir. Kur'an-ı Kerim'in Arapça olması onun bu dilin özelliklerine göre okunmasını da gerekli kılmaktadır. Kur'an'ın belirli kurallara göre okunması gerektiğine göre, bu kuralların bir çeşit toplamı demek olan tecvîd de, Kur'an tilâvetinin ayrılmaz parçası durumundadır.

Hz. Peygamber (asm), Kur'an'ın tecvîdle okunmasına büyük önem vermiş ve böyle okuyanları da takdirle karşılayarak bu kimselere iltifatta bulunmuştur. Meselâ, Kur'an'ı güzel okuma konusunda ün yapmış bir sahabe olan İbn Mes'ud için;

"Kim Kur'an'ı ilk indiği şekilde okumayı severse, İbn Mes'ud'un kıraatini okusun." (İbn Mâce, Mukaddime, 11, I, 49, no: 138). buyurmuşlardır.

İbn Mes'ud'un,

"Kur'an'ı tecvîd ile okuyun, güzel seslerle onu süsleyin ve Arapça kurallara uygun olarak okuyun." (İbnü'l-Cezerî, en-Neşr fî Kıraati'l-Aşr, I, 210)

şeklindeki sözleri de tecvîde uyma konusunda sahabenin titizliğini göstermesi açısından önemlidir.

Özetle söylenecek olursa; tecvîdin konusu, Kur'an kelimelerini oluşturan harfler; gayesi de, Kur'an-ı Kerîm'i hatasız ve güzel bir şekilde okumaktır.

Cevap 3:

Ümmü Seleme ve Enes b. Malik'den gelen bilgilere göre,

"Peygamberimiz (asm) Kur'an'ı tane tane okur, durulacak yerlerde durur, uzatılacak yerleri uzatırdı." (Buhari, Fedailü'l-Kur'an 29)

Bera b. Azib şöyle demiştir:

"Resulullah'ı yatsı namazında Tûr suresini okurken işittim. Ondan daha güzel sesli, yahut okuyuşu ondan daha güzel hiç kimseyi işitmedim." (Buhari, Ezan 102)

Efendimiz (a.s.m.) Kur’an’ı sahabelerine okurken, kelimelerin ve ayetlerin manalarına dikkat çeker, ayetlerin verdiği mesajı anlatmaya çalışırdı. İslam âlimleri de Kur’an’ın her ayetini düşünerek, ondan ibret ve dersler çıkararak okurlardı. Acaba bizler de Kur’an’ı gerçek anlamıyla okuyabiliyor muyuz?

Kur’an-ı Kerim’le ilk defa Efendimiz (a.s.m.) muhatap olduğu gibi, ilk defa da o okumuştu. Ama asıl olarak Peygamberimize (a.s.m.) Kur’an’ı okumasını öğreten Yüce Rabb’imizdir. Peygamberimiz (a.s.m.) Kur’an’ı sadece okumakla emrolunmamış, okutmak ve insanlara öğretmekle de görevlendirilmişti. Bu görevini ayet şöyle bildiriyor:

“Kur’an’ı Biz sure sure, ayet ayet ayırdık ki, insanlara fasılalar halinde okuyasın ve anlayıp öğrenmeleri kolaylaşsın.” (İsrâ, 17/106)

Bunun için Kur’an bir kalp ve gönül rahatlığı içinde huşû ile okunmalı, okurken ayetlerin mana derinliğini düşünmeye çalışmalı ki, istifade ve hissemiz fazla olsun. Rabb’imiz de Kur’an’ın bu şekilde okunmasını emrediyor:

“Onlar Kur’an’ın manasını düşünerek okumazlar mı?” (Nisâ, 4/82)

“Sana indirdiğimiz şu kitap çok mübarektir. Akıl sahipleri onun ayetlerini düşünsünler, ondan öğüt alsınlar.” (Sâd, 38/29)

Hz. Ebu Zer’in rivayetine göre Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir gece sabaha kadar şu ayeti tekrar etti:

“Ey Rabb’im, eğer Sen onları azabına çarptırırsan, onlar Sen’in kullarındır. Şayet bağışlarsan, muhakkak Sen hükmü her şeye galip, her şeyi hikmetle yapansın.” (Maide, 5/118)

Ashab-ı Kiram’dan bazı zatlar, kendilerine tesir eden ayetleri sık sık tekrarlar, saatlerce üzerinde düşünürlerdi. Bu hususta Elmalılı Hamdi Yazır şöyle der:

“Ehl-i Kur’an, Kur’an’ı bir eğlence gibi okumaz. Elfazını (kelimelerini), maânisini (manalarını), ahkâmını (hükümlerini) cidden gözete gözete dikkatli, saygılı ve devamlı bir surette ve bilmediklerini, anlamadıklarını ehlinden sora sora, hüsnüniyetle, temiz kalp, temiz ağızla okurlar. Gelişigüzel, baştankara bir eğlence gibi okumazlar. Şarkı, gazel, roman, hikâye yerine koymazlar. Kemal-i hürmet ve edeple okurlar.”

Kur’an’ın Gerçek Muhatabı Kimdir?

Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimse, kendisini Kur’an’a tam bir muhatap olarak görmelidir. Anlayarak, anladıklarını düşünerek okumaya başladığı için de, her emir ve nehyin doğrudan kendisini ilgilendirdiğini bilmelidir.

Sahabe-i Kiram’dan Hz. İkrime, Kur’an’ı öyle bir şuur içinde okurdu ki, “Bu benim Rabb’imin kelamıdır, bu benim Rabb’imin kelamıdır.” der, Rabb’ine muhatap olmanın hazzını yaşardı.

Kur’an okurken geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerin başından geçenlerden ibret almalıdır. Peygamberlerin türlü sıkıntı ve meşakkatler karşısında gösterdikleri o fevkalüde sabır ve metaneti örnek alarak dersler çıkarmalıdır.

Peygamberimiz (a.s.m.) her haliyle bir insandı şüphesiz. Çocuk oldu, genç oldu ve nihayet yaşı kemale erdi. Ama onu yaşlandıran unsurlar başkaydı. O’nun (a.s.m.) üzerinde yaşlılık izlerinin sebebi ayrıydı. Hayat yükü, dünya meşgalesi, iş, güç ve aile derdi değildi. O Kur’an’ın gerçek muhatabıydı. Kur’an onun ruhuna ve kalbine öyle işliyor, öyle tesirler vücuda getiriyordu, onu öyle bir hâle sevk ediyordu ki, vücut çizgilerini değiştiriyordu.

Bir seferinde Hz. Ebu Bekir (r.a.), Resulullah’a (a.s.m.) sordu:

“Ya Resulallah, yaşlandınız.”

Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdular:

“Hûd Suresi, el-Vâkıâ, ve’l-Murselâtü, Amme yetesâelûne ve İze’ş-şemsu kuvvirat sureleri beni yaşlandırdı.” (Tirmizî, et-Tâc, 4:251; Kenzü’l-Ummâl, 1:573)

Bu sureler kıyametin dehşetini, azametini ve kâinatın alacağı o korkunç şekli anlatıyordu. Kur’an’ın ifadesiyle “Çocukları ihtiyarlatan o gün” (Müzzemmil Suresi, 17) kıyamet günüydü.

İşte, Efendimiz (a.s.m.) okuduğu bu ayetlerin manalarını ruhunda hissediyor ve “Bunlar beni yaşlandırdı.” diyordu.

Ayetlerin Öteye Yönelik Mesajları

Efendimiz (a.s.m.) sahabilerin nazarını sürekli olarak ayetlerin manalarına çeker, İlahî maksatları idrak etmeye teşvik ederdi.

Ebu Hüreyre anlatıyor:

"Resulullah (a.s.m) “O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir.” (Zilzâl Suresi, 4) mealindeki ayeti okudu ve: “Onun haberleri nedir, biliyor musunuz?” diye sordu.

Sahabiler, “Allah ve Resulü en iyisini bilir.” dediler.

Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

“Yeryüzünün haberleri, sırtı üstünde işlediklerine dair erkek ve kadın her kul hakkında şahitlik etmesidir ki, ‘falan gün falan ve falan işi yaptı’ diyecektir. İşte yeryüzünün haberleri budur.” (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an: 86)

Efendimiz (a.s.m.), sahabelerin dikkatlerini kıyamete, kıyametin dehşetine, kıyametten sonra insanın başına gelecek hadiselere çekiyordu. Asıl haberin, gerçek haberin nelerden ibaret olduğu, insanın başına gelecek bu olaylara nasıl hazırlanması gerektiğini bildiriyordu.

Hz. Âişe Anlatıyor:

Resulullah (a.s.m.) Ay’a baktı ve

“Ey Âişe! Bunun şerrinden Allah’a sığın. Çünkü o karanlığı çöktüğü zaman kapkaranlık olandır."

buyurdu. (Felak Suresi’nin üçüncü üyetini anlatıyor.) (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an: 92)

Bizim gibi Efendimiz (a.s.m.) de Ay’a bakıyordu. Fakat onun Ay’a bakışı, her bakışında olduğu gibi farklıydı. Ay’ın parlak ve güzel bir şekilde duruşunun bir gün gelip biteceğini, perdeleneceğini, kararacağını, her fani varlık gibi fonksiyonunu kaybedeceğini bildiriyordu. Çünkü Ay da kıyametin dehşeti karşısında varlığını ve güzelliğini koruyamayacaktır.

Sahabe-i Kiram her vesileyle, her seferinde, her fırsatta Peygamberimizden (a.s.m.) Kur’an’la ilgili bir şey öğrenmeye gayret ediyor, öğrendikleri her yeni hakikati anında hayatlarına geçiriyorlardı. Onların merakı, onların önceliği, onların öne çıkardığı ve onların üzerinde durdukları meseleler hep Kur’an çerçevesinde, Kur’an ölçüsünde ve Kur’an çizgisindeydi.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir vesilesini bulur, birer özel öğrencileri olan sahabelerine Kur’an hakikatlerini ders verirdi. Bir hediye gelse dahi o hediyenin arkasındaki asıl manayı ve güzelliği anlatırdı. Bir seferinde kendilerine bir hurma getirilmişti. Bakınız, bu hurmadan müminleri nasıl tarif ediyordu.

Rivayeti Enes b. Mâlik anlatıyor:

Resulullah’a (a.s.m.) hurma ağacından yapılmış bir kap içinde taze hurma getirildi. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m),

“Kelime-i Tevhid’i Allah nasıl hoş bir ağaca benzetmiştir ki, onun kökü sabit, dalı ise semadadır. O güzel ağaç Rabb’inin izniyle her an meyvesini verir.” mealindeki ayeti okudu ve “Bu hurma ağacıdır.” buyurdu.

“İnkâr sözü ise kökü yerden koparılmış kötü bir ağaca benzer ki kökleşip tutunacağı bir yer yoktur.” mealindeki ayeti okudu ve “Bu da Ebu Cehil karpuzudur (acı dülek)” buyurdu. (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an:15.)

Ayetlerin Ardındaki Önemli Sırlar

Yasin-i Şerif’i çeşitli zamanlarda, özellikle cuma günleri okuyoruz. Çok zaman üzerinde, manalarını düşünmeden, akla getirmeden, hayatımıza getirdiği güzellikleri anlamadan okuyoruz. Mesela güneşle ilgili bazı ayetler bu surede yer alıyor. 38. ayetin tefsirini Peygamber Efendimiz (asm) şöyle dile getiriyordu.

Bu sohbeti Hazret-i Ebu Zer anlatıyor:

Bir gün güneş battığı sırada Mescit’te Resulullah (a.s.m.) ile beraberdim. Resulullah (a.s.m.) dediler ki:

“Ya Ebâ Zer, biliyor musun, güneş battıktan sonra nereye gidiyor?”

“Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedim.

Resulullah (a.s.m.) “Muhakkak ki güneş, Arş-ı Âlâ’nın altında secde etmek için gidiyor, secde için önce izin ister ve ona izin verilir. Secde ettiği halde kendisinden bunu kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman da izin ister, fakat verilmez. Kendisine şöyle denir: ‘Geldiğin yere dön, battığın yerden doğ.’ O da battığı yerden doğacaktır.”

Daha sonra Resulullah (a.s.m.) şu ayeti okudu:

“Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisi için belirlenen bir yere doğru akıp gider. Bu, kudreti her şeye galip olan ve ilmi her şeyi kuşatan Allah’ın takdiridir.” (Yâsîn, 36/38)

Ve ilave etti:

“Bu durma hadisesi ne zamandır, bilir misiniz? Bu, kişiye imanının fayda vermeyeceği, artık inançsız hale geldiği zamandır.” (Buharî, Tefsir, Yâsin: 1)

Yorumlar (0)
Yorumlarınızı asagidan yazabilirsiniz. Yeni soru sormak icin ise buraya tikla


Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..