Kur’ân-ı Kerim’de ahlak ilkeleri..
Kur’ân-ı Kerim’de ahlak ilkeleri. Batılı bilim adamları ve araştırıcıların, Kur’ân hakkındaki düşüncelerinelerdir?Dinler inanç (akide), uygulama (muamelat) ve organizasyon sistemleri olup, bunlar bağlılarının davranışında yansıyan bir ahlakı teşekkül ettirir. Dini akideler kainatın nihai yapısına, onun güç ve kader merkezlerine atıfta bulunmak suretiyle, dolaysız deneyimin yorumlarıdır. Bu akideler daima tabiaı-üstü terimlerle kavranmıştır. Herhangi bir dini akideler manzumesi genel olarak bir kozmogoni ile bir tarih felsefesi, bir psikoloji ve bir sosyoloji İçerir. (Ancak, sekülarizasyon sürecinde bunlar dinden kopmaya başlar). Bir dinde mevcut tabiat-üstü varlıklara inanç, duygusal açıdan oldukça yüklüdür: Mümin kişi, onlara özet bir nitelik, yani kutsallık hamlcder ve bu, tabiat üstüne hamledilen ya da onun varoluşundan çıkarsanan davranış türlerine dek genişler.
Bu tür davranışlar ilk elde ritüel (ibadet) davranışıdır: Aracılığıyla müminlerin tabi-at-üsıüyle ilişkilerini sembolik form içinde yürüttükleri standartlaşmış pratiklerdir bunlar. Ritüel, hayranlık, yakarış ve tabiat-üstünü kontrol etme girişimlerini içerir; din ile büyü arasındaki farkı belirlemek oldukça güçleşir bu noktada. Ritüel, daha ziyade, müminlerin çevresinde örgütlenebilecekleri davranış kuralları sağlar.
Dîni organizasyon, müminler topluluğuna katılmayı (üyeliği), geleneği sürdürme ve ihtilafları giderme girişimlerini tanımlar ve içsel farklılaşmayla müminlere dini görevler yükler.
Nihayet din bir ahlak (etik) da İçerir. Max Weber, bir dinin ahlakının, biçimsel emirlerinin sosyal hadiselerle etkileşimin sonucu olduğu üzerinde durmuştur. Dini bir ahlak, dini sistemin geri kalan bölümleriyle, biçimsel olarak çelişse de, psikolojik olarak tutarlı olabilir ya da bir din içerisinde hem psikolojik, hem de biçimsel sürtüşmeler bulunabilir. Sosyal değişmenin meydana getirdiği yeni dini dürtüleri sağlayan bu sürtüşmelerdir.
Din dahil bütün kavramlara insandan bağımsız ve insana bağlı olarak iki ayrı yönden yaklaşılabilir. İnsandan bağımsız yönüyle dine bizzat kendi asli muhtevası veya onu insan için bildirip ortaya koyan yüce ve ilahi kudret açısından yaklaşımı dine önceliği 'insan'a vererek bakmak daha yararlı olacaktır.
İnsanı her şeyin üstünde gördüğümüzde dîni insanın yarattığı varsayımı ortaya çıkar. Bu varsayımın kökleri son birkaç yüzyılın eıkin paradigmalarını üreten Batı düşüncesinde yatmaktadır. Batı düşüncesinde din denilince akla Hıristiyanlık gelir. Kur'an'da ve İnciller'de yer aldığı şekliyle ve tarihi bir gerçek olarak bir takım haramları helalleştirmenin dışında Tevrat'ın yasalarını uygulamak ve bizzat kendi İfadesiyle "Şeriaı'ı yıkmak değil, tamamlamak için" (Matta, 5:17) gelen Hz.İsa'dan sonra Sl.Paul (Pavlos) eliyle insanın maddi-dün-yevi hayatını tanzim eden kurallardan yoksun bırakılan Hıristiyanlık, putperest Roma hukukuyla birleşince daha çok bir 'öte dünya' dini halini almış, yani sekülerleşmiştir. Rönesansla birlikte Hıristiyanlığın 'öte diinya'ya yönelik kurallarına vesevap-günah değerlendirmelerine başkaldırma şeklinde gelişen modern Batı düşüncesi insanüstünü reddedip, önceliği bireye bireysel olana verince din de bireylerin zihin kalıpları arasına sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden Batı'da tek bir din tanımına rastlamak mümkün değildir.
'İlerlemecİlik ve Evrim' ilkelerine dayalı modern Batı düşüncesine göre insanlık her geçen gün daha iyiye giden geri çevrilmez bir akışın içindedir. İlkel döneminde taibat ve tabii hadiseler karşısında çaresizliğini hisseden insan, bilmek tükenmek bilmez umut ve korkular içinde birtakım görünmez güçlerin var olduğu sonucuna varmış ve bunlara tapınmaya başlamıştır. Dînler tarihçisi Max Müller'e göre ruhlar olarak algıladığı bu güçleri İlkel insanın maddileştirmesi sonucu 'tanrı'lar daha doğru bir deyişle 'putlar' ortaya çıkmıştır. Müller teorisinin İzleyicilerinden EdwardTylor, İnsanlığın ilk dinîne bu yüzden'animizm' (ruhlara tapınma) adını verir. Durkheim'e göre din toplumsal bir süreçtir. Avustralya yerlilerinin to-lem hayvanlarına gruplarının birliğini temsil enikleri için taptıklarını söyleyen bu sosyolog, toteme gösterilen saygının toplumun genel yapısına gösterilen saygı ve dolayısıyla dinsel tapmanın asıl nesnesinin toplumun kendisi olduğu sonucuna varmıştır.
Freud'a göre şahsiyetin oluşumu aşamasında dinin oyalayıcı bir fonksiyonu vardır. Kişinin şahsiyet evriminde ilk safha, çocuğun anlamadığı bir alemde kendisini tamamen güçsüz hissetmesidir. Bu güçsüzlüğün karşısında çocuğun isteklerini yerine getiren bir tür 'kadİr-İ mutlak1 olan anne ve baba belirir. Ardından inançları daha bîr biçim kazandığı zaman ise kişi çocukluğundaki durumu hatırlatan durumlara kendisini kolayca uydurur. Eskiden beri özlemini çektiği 'kadir-İ mutlak'ı başka bir şekil altında yeniden keşfetmeye hazıc ve isteklidir. Din hu özlemi yerine getiren bir sistemdir. Kısaca Freud ve onun çağımızdaki izleyicisi Erich Fromm'a göre din, kişinin kendisini gerçekleştirmesi sürecinde hissettiği güçsüzlüğünün güvene yönelen bir ürünüdür.
Kari Marks'ı en çok etkileyenlerden biri olan Feuerbach'a göre ise din, insanın kendi düşüncesinin insan-üstü bir plana aktarılışı-dır. İnsanların ruhun ölmezliğine inanmaları ve ilahi bir adaletin tecellisine olan inançları, bizzat İnsanların adalete susamışlıklarının soyut bir düzleme aktarılmasıdır, "öte dünya" insani bir isteğin şekil değiştirmesinden İbarettir. Feuerbaeh, "HristiyanJık, artık yangın ve hayat sigortalarımızla, demiryollarını iz ve buhar gemilerimizle, resim ve heykel galerilerimizle, askeri ve endüstriyel okullarımızla, tiyatrolarımız ve bilimsel müzelerimizle tam bir zıtlık halinde olan sabit bir fikirden ba§k=: bir şey değildir" der.
Feurbach'ın çok fazla etkisinde kalan Marx'nı din hakkındaki ifadeleri farklı değildir: "Din, baskı altındaki yaratıkların İç çekmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz olayların ruhudur. Din halkın afyonudur."
Bütün bu kısmen birbirinden farklı, nisbe-ten birbirine yakın bakış açıları içinde Batılı filozof ve sosyologların din tanımlan da belli bir yakınlık ar/etmektedir. Sözgelimi, dini akıl noktasından inceleyen Hegel şöyle bir tanımda bulunur: "Her din, temelde evrenin belirli bir tarzda «örülüsünden başka bir şey değildir." Hegel'in izleyicilerinden İtalyan filozof Benedetto Croce ise dini "eksik bir felsefe" olarak tanımlar. Ona göre din, ruhi hayatın sürekli ve zorunlu bir şekli değil, belki geçici bir belirtisidir. Dine irade açısından tanım getirmeye çalışanlardan Kant, "Dîn, bütün görevlerimize ilahi buyruklar gibi bakmaktır" der. Dİne duygu açısından yaklaşan romantik düşünürlerden Scheleirmacher'e göre din, "sonsuza karşı duyulan bir duygu ve heyecandan başka bir şey değildir. Bİr ilahiyatçı olan Scheleirmacher, "Dinin bir cismi, bir de ruhu vardır. Dinin cisminde kurumlar, nasslar ve din binasının toplumsal çatısı bulunur. Devleti dinle yönetme yanlıları, dinin cismine ilişkin kurumlan sürekli dünya işlerini düzenleme ve halkı boyun eğmeğe yöneltmek için kullandıklarından en büyük Önemi bu kısma vermişlerdir. Dinin ruhu İse, tabiat ötesi şeylerin en yüksek değerlerin sezgi ile bilinmesidir" der. Çağdaş dinler tarihi uzmanlarından Ru-dolf Olto ise dini "Huşu ile karışık korku, insanı hem titreten, hem de kendisine çeken esrarengiz bir korku" olarak tanımlar. Batılı din tanımları içinde en kusursuzu sayılan ve bir takım felsefe sözlüklerine din kelimesinin tanımı olarak geçen bir diğer tantm ise Emile Bo-utroux'ya aittir: "Din, bilimsel görüş yanında iman ve his görüşünün hakkını İstemesinden ibarettir."
Verdiğimiz ve vermediğimiz tüm Batılı din tanımlarındakİ ortak noktalar şöyle sıralanabilir:
1- Din, insanüstü bir kudretin vaz'ettiğİ bir sistem, bir kurum değil, bizzat insan zihninin ürünüdür;
2- insan şahsiyet evriminin ve yeryüzündeki toplumsal hayat sürecinin zayıf, aciz, korkak olduğu ve kendi üstünde bir güce dayanmak mecburiyeti hissettiği ilkel döneminde bir 'tanrı'ya İnanma ihtiyacı duyar;
3-Tabii bilimlerin ve teknolojinin insana tabiat üzerinde hakimiyet kazandırması ve tabii olaylara bilimsel açıklamaların getirilebilir olmasıyla fonksiyonunu yitirmeye başlayan din, insan hayatının belli bir safhasında artık ihtiyaç olmaktan çıkacaktır;
4- Herşeye rağmen, bazı insanlar gerek davranışlarına ahlaki, bir yön vermek, gerekse bir takım insanı duygularını tatmin etmek için hangi şekilde olursa olsun herhangi bir dine inanmaya devam edebilirler;
5- Din, duygu ve ahlak alanından çıkıp, toplumsal hayatı sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan düzenlemeğe kalktığında, halkı insan-üstü güç(lcr) adına kullanıp İstismar etme heveslisi 'din adamları'nın sömürü aracı olur, bu yüzden buna izin verilmemelidir. XIX. yüzyıl Fransız düşünürü Ferdinand Bııisson'un ifadesiyle, "Laik okul dini mahvetmeyecekiir."
Bilim ve teknolojinin katı dogmalarının 'dînin nasları' yerine geçtiği modern Ban düşüncesinin saplandığı bu pozitivist din anlayışının geçersizliği ortadadır. Önceki yüzyılın sonlarıyla bu yüzyılın başlarında Avrupa'nın içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, askeri, siyasi ve bilimsel ortamı insanlığın ulaşacağı nihai seviye olarak gören bu pozitivist düşünce, çağdaş uygarlık seviyesi hedefine yönelmiş birtakım ülkeler dışında arlık fazla İtibar görmemektedir. Önceki yüzyılın sonlarında ortaya çıkan varoluşçu endişe ve gerilimden de önce, dini insanlık tarihinin belli bir evresine ah fonksiyonunu yitirmiş bir vakıa olarak gören Augus-te Comte'un bile hayatının sonlarında kendi pozitivizmiyle çelişen bir insanlık dini peşinde koşması, pozitivist din anlayışının geçersizliğini ortaya koyan bir hadisedir. Aynı şekilde, dün olduğu gibi bugün de İnsanların büyük çoğunluğunun en azından hayatlarının belli bir döneminde Dİn'e yönelmeleri, devasa bir teknolojinin hakim olduğu Batılı ülkelerde her geçen gün şeytana tapma gibi yeni yeni ilkel dinlerin ortaya çıkması, insanların akın akın telepati, ruh çağırma, büyü, falcılık ve kehanet gibi hurafelerde doyum araması ve bütün bunların yanısıra, insanlığın sigorta, sendika, güçlü yönetim, holding ve ortak savunma ve ekonomik işbirliği paktlarında güven ve gelecek garantisi peşinde koşması:
a) Dinin ilkel insanın zayıflığının bir ürünü olduğu;
b) İlkel ve çok-tanrıcı dinlerin tarihin ilk dönemlerinde yaşamış 'ilkel' insanlara ait olup, dinin de insanla birlikte evrim geçirdiği;
c) Dinin, yangın ve hayat sigortalarımızla, demiryollarımız ve buhar gemilerimizle, resim ve heykel galerimizle, zıtlık içinde olup artık dine ihtiyaç kalmadığı iddialarını çürütmekteve Batıdaki dinler tarihi çalınmalarının dayanak noktalarını da geçersiz kılmaktadır.
Yüzyılın başında yaşamış ve Batının Çöküşü adlı eseriyle Batının bunalımım isabetle teşhis etmiş olan Oswald Spengter gibi sosyologlar, "Birgiin bütün demiryolları, gemileri, dev kentleri ve gökdelenleriyle" dinsiz Batı medeniyetinin 'etnografik' bir müze haline geleceğini söylemekle, R.Guenon, M.Lingis A. Car-rel, Max Planck, Fqritjof Capra gibi emsali gittikçe artan filozof ve bilim adamları değişik biçimlerde de olsa dinin en muhteşem biçimde insanlığı gerçek saadete bir kez daha ulaştıracağını ifade etmektedirler. Yine dini afyon telakki eden komünist ülkelerdeki değişimin yanısıra, bu ülkelerde ve Batıda her gün binlerce insanın "Tevhid Dini'ne koşması ve İslam dünyasında insanın bireysel ve toplumsal tüm hayatını her yönüyle dine dayama ve dolayısıyla dinin hayatın bütününü kuşatıcı özelliğini kabul yönünde verilen mücadele ve yapılan çalışmalara Batı'dan gelen şimdilik bireysel katkılar pozitivist din anlayışının iflasının şahitleri sayılmalıdır.
Dinin yukarıda ifade edildiği şekilde Batılı filozof veya düşünürlerce yapılan tanımlamala-rındaki en önemli etkilerden biri, din denilince akla doğuşundan hemen sonra laik ve dünyevi bir kimlik kazanmış olan Hristiyanlığın gelmiş olmasıdır. Batı dillerinde 'din' karşılığı kullanılan kelimeler de bu bağlamda manidar bir özelliğe sahiptir. Sözgelimi Yunanca'da 'din' karşılığı kullanılan kelimenin anlamı "korku ile karışık saygı"dır. Latince'de din, reli-gio kelimesiyle ifade edilirdi ki, bugün bir çok Batı dillerindeki religion kelimesi bu kökten gelmektedir. Kelimenin 'bağlamak' manasında kİ/i-ligare kökünden mi, yoksa 'saygıyla kendini toplamak' anlamındaki religare kökünden mi geldiği ihtilaflı da olsa, her halükarda kelime Allah'a karşı saygıyla karışık bir bağlılık duygusu İfade etmektedir. Batıda dinin en nihayet bir duygu, bir ahlak ve salt bir vicdan meselesine dönüştürülmesinde bizzat kelimenin ifade ettiği anlamında önemli etkisi olmuştur.
ed-Din kelimesi bizzat Kur'an'daki kullanılış biçimleriyle çok çeşitli anlamlara gelmektedir. Ceza, ödeşme yargılama, tecziye (ceza veya mükafat verme) (Fatiha; 4, Zariyat; 6, İnfi-lar; 18-19) Saffaf; 53, Vakıa; 86) yol, yasa, anayasa (Yusuf; 76), ceza hukuku (Nur; 2) ahlaki- manevi-dünyevî yasalar bütünü, sistem, gidişat (Ahzâb; 5, Mümin; 26) kulluk, İtaat (Nahl; 52), barış düzen (Enfâl; 39) bu anlamların başlıcalarıdır. Başta verdiğimiz terim anlamıyla Kur'an iki tür dinden sözeder: 1- Hak din; 2- Bizzat insanın icad ettiği batıl din.
Kur'an çok net olarak kainattaki irade sahibi varlıklardan başka (İnsanlar ve cinler) tüm
varlıkların Allah'a teslim olup itaat ettiklerini belirtir ve bu yüzden insan elinin ulaşamadığı her yerde tam bir denge ve barış hakimdir. İnsan ise yeryüzünün halifesi olarak yaratıldığından, kendisine irade ve bilgi verilmiş olup, gö-revikendi İradesiyle yeryüzünü barış içinde kainatın diğer yöreleriyle birleştirmek, yeryüzünde fesat çıkarmamaktır. İrade sahibi olduğundan zahirde birbirine zıtmış gibi görünen, Takat (emelde birbirini tamamlayan iki cephesi vardır. İnsanın: Ene (ben-ego) cephesi ve Hü-ve (o) cehpesi. Müstesna bir yaratılışa sahip olan insan bu iki cehpesi nedeniyle çeşit çeşit eğilimler, arzular ve duygular içindedir. 'Ben'in isteklerini yerine getirmede bir çok sanatlara ihtiyacı vardır. Bu sanatların hepsine birden sahip olamadığından hem cinsleriyle bir arada yaşamak zorundadır ki, her insan kendi özel kabiliyet, çalışma ve emeğinin ürününü başkalarınkiyle değiştirsin ve böylece bireysel ve toplumsal planda dünya hayalını yaşasın.
İnsana yeryüzündeki fonksiyonunu yerine getirmesi ve hayatını sürdürebilmesi için, nıiis-lüman hakimlerin ifadesiyle,
1- Kuvve-i Şehe-viyye (yeme içme, üreme... dürtüleri);
2- Kuvve-i gadabiyye (savunma ve korunma için gerekli öfke, mücadelecilik ve saldırganlık gibi dürtüler)
;3- Kuvve-i akliyye(düşünmc, muhakeme...) adlı üç kuvvet verilmiştir. Bu kuvvetler yanma tarafından sınırlandırılmamış olup insanın kendi iradesiyle maddi manevi tekamülünü sağlaması için başıboş bırakılmıştır. Eğer İnsan sahip olduğu bu kuvvetleri bireysel ve toplumsal hayatının 'barış' içinde düzenli olarak geçmesi için gerekliği biçimde sınırlamazsa, bu kuvvetler 'iffetsizlik, hak-hukuk bilmeme, hakka tecavüz, önü alınmaz bir öfke ve yanlışı doğru, doğruyu yanlış gösterme' gibi uç noktalara kayar ve bunun sonucunda bireysel ve toplumsal hayatta zulüm, fesat ve tecavüzler meydana gelir. Gerek bu zulüm, fesat ve tecavüzleri önlemek, gerekse insandaki kuvvetleri kendisine ve topluma yararlı 'orta yola' çekmek için kapsamlı bir 'adalet'e ihtiyaç vardır. Bireylerin aklı bu kapsamlı külli adaleti kavramaktan acizdir. O halde külli bir
akla İhtiyaç vardır ki, bütün bireyler bu külli akıldan istifade etsinler. Kişiyi kendi hayâtında tam bir mutluluk, düzen ve ahenk içinde geçirebileceği noktaya getiren toplum hayatını adalet temellerine oturtan ve sonunda ölümle birlikte ebedi bir cennet hayatının kapılarını açan bu külli (tümel) akıl, Allah tarafından gönderilmiş olan ed-Din, yani Hak Din'dir.
Sonra dinin tatbikini temin edecek bir merci, bîr sahip lazımdır. Bu merci ve sahip de ancak peygamberdir. Peygamber olan zatın da her yönden halka olan hakimiyetini devam ettirmek için maddi ve manevi bir yüceliğe ve bir seçkinliğe ihtiyacı olduğu gibi, yaratıcı ile olan ilişkisinin derecesini göstermesi içinde bir 'dclil'c ihtiyacı vardır. Böyle bir delil onun şahsiyeti, hayatı ve mucizeleridir.
Dini gönderenin, yani Allah'ın emirlerine ve yasaklarına bir başka deyişle ed-Din'c itaat ve bağlılığı sağlamak için Allah'ın kudret ve büyüklüğünü zihinlerde tesbit edip gönüllerde yerleştirmeye İhtiyaç vardır. Bu da ancak imanı hakikatlerin tecellisi ve inkişafıyla mümkün olur. İ manî hakikatlerin tecelli, takviye ve inkişafı da ancak tekrar ile yenilenen ve güçlenen ibadetle mümkündür.
Bazı müslüman alimler dini bir tekerleğe benzetmişlerdir. Tekerleğin çerçevesini, dinin daha çok idari ve toplumsal hükümleri oluşturur: Allah'ın koyduğu vergileri toplayıp yerlerine harcamak, dinin serbestçe yaşanacağı ortamı hazırlamak vebu amaçla dini yaymak, dinin, ülkesinin ve insanların can, mal, ırz ve akıllarının korunması ve bunlara karşı girişilen tecavüzlerin önlenip dinin tebliğinin önüne konan engellerin kaldırılması için gerekirse savaşmak, ticari, mali sermaye-emek ve her-türlü karşılıklı ilişkileri düzenleyici kurallar, mülk edinme, evlenme, boşanma, miras vb. konusundaki kurallar, suç işleyenleri cezalandırmak ve zulme meydan vermemek bu hükümlerin bazılarıdır.
Tekerlekte çerçeveden sonra çubuklar gelir. Çubuklar merkezi çerçeveye, çerçeveyi de merkeze bağlar. Çubuklar çerçeveden merkeze doğru gider. Namaz, oruç, İçki-kumar yasağı, hile yapmama, aldatmama, hacc, İnfak, zikir, dua, tefekkür, murakebe, nafile ibadetler, zühd, tevekkül, sabır, şükür vb. çubukları oluşturur. Merkezle çerçeveyi birbirine bağlayan bu çubuklar sayesinde merkezi oluşturan 'Hakikat' bütünüyle çerçevede yansır. Merkez, en net ve özlü İfadesiyle "la ilahe İllallah, Muhammedi'm Rasulullah" kelimesinde anlamını bulan hakikattir. Tekerleğin üzerinde bulunan toplum da hakikat üzere olan toplumdur. Bu hakikatle, İnsanın öz varlığını oluşturan hakikat ve kainatta hakim olan hakikat arasında hiçbir fark yoktur. Demek oluyor ki, dinîn sonunda vardığı hedef ve taşıdığı öz, insana gerçek insanlığını, 'kamilinsün'(İnsan-ıkamil) olma halini kazandırmaktan ibarettir. Bu tüm İnsanlığın hayatında gerçekleştiğinde, yeryüzünde ve artık kainatta Tevhİd bütünüyle hakim olmuş ve göklerle yer 'barış,' İçinde birleşmiş, demektir.
İnsan gerek bireysel gerekse toplumsal hayatında birtakım kurallara uymak zorundadır. Bu kurallar eğer Allah'ın seçip gönderdiği dinin kuralları değilse, onların yerini İnsanların veya İnsanlar adına bir kişi veya grubun koyduğu kurallar alacaktır. Bu durumda ortaya İnsan yapısı, Özde bir ama nicelik bakımından bîrden fazla olabilen din(lcr) çıkar. Bu diıı(-ler)in tann(lar)ı onu ortaya koyan(lar)ın ncfs(ler)idir, arzularıdır, heves ve tutkularıdır. Toplum hayatındaki rabb(ler)i ise, o insanların kendileridir. Bu din(ler)in de inanılıp kabul edilmesi gereken birtakım esasları ve uyulması gereken hukuki ve ahlaki kuralları vardır. Allah'ın asla razı olmadığı bu din(-ler)de özde bir, şekilce ayrı pek çok pullar bulunur. İnsanlık tarihinin şahit olduğu üzere bu toplumsal hayattaki dayanak noktası kuvvettir; hedefi çıkardır; hayattaki düsturu kavgadır, boğuşmadır; toplumlar arasındaki bağı ırkçılıktır, kabilecilikür; meyvesi, nefsani hevesleri tatmin ve insanlığın ihtiyaçlarını artırmaktır.
Hak dinin esası Allah'a kulluktur, ama bu, yalnız Allah'a kul olmakla başka hiçbir varlığın önünde boyun eğmeyi kabul etmeyen bir kulluktur. Hak Dinin toplum hayatındaki dayanak noktası haktır, gayesi fazilet ve Allah'ın maşıdır; hayat düsturu yardımlaşmadır; toplumlar arasındaki bağı iman bağıdır, meyvesi nefsani heveslerin tecavüzüne set çekip ruhu yüceliklere teşvik, ulvi hisleri tatmin ve insanı kemalata sevketmektir.
Batılı dinler tarihçilerinin teorilerinin aksine, insanlığın ilk dini 'animizm' veya 'totemizm' gibi 'ilkel' dinler değil, Kur'an'ın deyişiyle el-Islam'dır İnsan, insan olmak bakımından hisleri, arzulan ve hedefleriyle aynı İnsan olduğundan, Allah'ın onun için seçip gönderdiği din de temelde hep aynı ve tek olmuştur. Hz.Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed gibi tüm resullerin gelirtp tebliğ, nebilerin uyup tatbik ettiği dîn her zaman için Kur'an'ın tabiriyle el-İslam olmuştur. Ama, her defasında bir takım nefsani sebeplerle bu dinden uzaklaşan insanlar temelde aynı, fakat şekilce farklı olabilen (dinler) üretmişler ve böylece 'İlkel, batıl, şirk dinleri' ortaya çıkmıştır. Nitekim, Hindin kutsal kitaplarından Ve-dalar'ı inceledikten sonra Alman filozofu Sc-hellİng'in vardığı sonuç cidden ilginç olup, bu gerçeği doğrular mahiyettedir. Şöyle diyor Sc-helling: "Bütün insanlık Önceleri tek varlıktı ve tek Tanrı'ya inanıyordu. (Sanki) en eski din yıldız yıldız parçalanmış."
Batı'daki dinler tarihi teorilerinin etkisinde kalan bir takım son dönem müslüman araştırıcılar, İslam'ın bazı unsurlarını (tasavvuf gibi, mehdİlikgibİ) eski Hİndve ön Asya dinleriyle Hıristiyanlık ve Yahudilikte de görünce, bunların İslam'a o dinlerden girdiği gibi yanlış bir sonuca varmışlardır. Oysa, İslam'dan sapma sonucu ortaya çıkan bu dinler kuşkusuz İslam'dan bir takım doğruları da kendilerinde barındırmaktadırlar.
Dini tanımlarken, onu salt bir his ve heyecan olarak görmekle kimi batılı düşünürlerin düştüğü hataya karşılık, kimi müslüman düşünürler de onu salt bir sistem, bir ideoloji gibi değerlendirmekle hataya düşmektedirler. Din, bciki bir sistemdir; insanın bireysel ve toplumsal hayalını her bakımdan düzenleyen bir sistemdir, fakat bu sistemde hedef dünya mutluluğu değil, Allah rızası, mükafat, dünya hayatında refah, maddi-askeri alanda galibiyet ve yeryüzünde hakimiyet değil, belki bunlar da verilmekle birlikte, yine Allah'ın hoşnutluğu ve öte dünya mutluluğudur. Bu sistemde, dünya hayatı ahiretin tarlası, cennet veya cehenneme uzanan Sırat'tır. Bu sistemin temelinde bir yönüyle ilim, bir yönüyle muhabbet ve feraset yatar; nefsin hayatının yanısıra onun da ııyniük zorunda olduğu kablî hayat yatar. Bu bakımdan his, heyecan, ulvi duygular, vecd ve muhabbet dinin asli öğeleri arasındadır.
Batılıların din adma reddettikleri İşte dinin bu yönüdür; fakat bu asli yönüyle insanlığın dinsiz olamayacağı, yukarıda verdiğimiz Örneklerde görüldüğü gibi ortadadır. Çünkü din, insanın fıtratına, vicdanına yerleştirilmiştir ve oradan çıkartılıp atılması mümkün değildir. Bu yönüyle dini reddedenler, gerçekte kendilerini 'dinsiz' sananlardır; yoksa mutlak inkâr, imkansızdır. İkinci olarak, dini beşer hayatını kuşatan şu veya bu §ekilde bîr sistem olarak ele aldığımızda yine her insanın hak veya batıl mutlaka bir dine tabi olduğunu görürüz. Şu kadar ki, Allah'a izafe edildiğinde, yani Allah'ın dini veya 'hak din' kastedildiğinde din adına karşımıza yalnızca İslam çıkar. Bunun karşısındakilere bu anlamda "din" denilmez.
Son olarak, din yukarıda verilen sözcük anlamları dahilinde terim anlamıyla ele alındığında, bir başka deyişle terim anlamı sözcük anlamlarına uygulandığında ortaya şöyle bir tablo çıkar:
Allah'ın insanı mükemmel şekilde yaratıp yeryüzünde halife yapması, ona gitmesi gereken yolu göstermesi, kitaplar ve peygamberler göndermesi kainattaki çoğu varlıkları emrine vermesi hep onun insan Üzerindeki birer nimeti, emaneti, aynı zamanda insanın da Allah'a karşı bir bakıma borçlanmasıdır. Eğer insan yeryüzünde Allah'ın nimetleri karşısında şükürde bulunursa borcun gereğini yerine gelirmiş olur. Bu da Allah'a İtaatla mümkündür. Allah'a İtaat ise ancak onun gönderdiği hükümleri uygulamakla mümkün olur.
Ali ÜNAL, Zübeyir YETİK
Din, Arapça bir kelime olarak Dâl-ye-nun harflerinden meydana gelmiştir. Söyleyiş şekli değişmeksizin Türkçe'ye girmiştir. Kelime gerek İslam öncesi Arapçasında gerek Kur'an ve sünnette oldukça yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Bunun tabii bir sonucu olarak kelime; İslam Tarihi boyunca bütün çeşitliliğiyle ve farklı oranlar da olsa da-yoğun olarak kaynaklarda. İlmi ve edebi eserlerde; sözlü ve yazılı anlatımlarda yerini almış; İslami ilimlerin anahtar terimlerinin en başında yer almıştır. Bu bakımdan bu kelimenin hem sözlük hem terim anlamı anlam itibarıyla ona yakın ıstılahlarla birlikte yakından bilinmeli; Kur'an ve Sünnetteki kullanmaları etraflı bir şekilde tanınmalıdır. Bu maksatla burada kelimenin lügat ve terim anlamlan dışında yakın anlamlı terimlerle karşılaştırmasını yapmakla birlikte Kur'an ve sünnetteki kullanmaları da ele alınacaktır. Ayrıca konuyu tamamlayıcı diğer bazı hususlara da değinilecektir.
Sözlükle "Din":
1- İyi ya da kötü kargılık, ceza:
"Eğer siz ceza görmeyecek (din kökünden: "Medinin") olsaydınız." (el-Vakıa, 86).
2- Adet ve alışkanlık
Şair: "Ebedıyyen onun da benim de "din"im bu mudur?" derken "adet ve alışkanlığı bu mudur?" demek İstemektedir.
3- İtaat, ziller ve bağlılık, üstünlük sağlamak, galip gelmek: "Filan oğulları kıratlara boyun eğmezler (la yedinunc)" denirken bu anlamıyla kullanılmaktadır.
Hadisi şerifte geçen: "Akıllı kişi nefsine hakim olandır (dâne)" şeklindeki kullanımı da bu manaya bir örnektir.
4- Egemenlik, mülk, hüküm (yönetim, yargı) gidiş idare. Başkalarını idare etmek üzere görevlendirmiş olduğumuz birisinden: "Dey-yentuhu'l-kavme" diye l^z ederiz.
5- Tevhid, Allah'a İbadetin her türlüsü, dine yakın manasıyla millet, vera ve masiyet.
6- Bir şeye zorlanmak.
7- Aziz ve zelil olmak.
8- İtaat etmek, asi olmak.
9- İyi ya da kötü bir şeyi alışkanlık haline getirmek... gibi mamıkını gelmektedir. (Mecdııd-din ei-Firıtzabadi. cl-Kaniusu'l-Muhit, Beyrut 1407/1987, s.1546; Ebu'l-Hasen b. Side, el-Muhassas, Beyrut, (t.y.), XVII, 155-156, Ebu'1-Beka, cl-Külliyat, Amira, 1287, s.327, Şehrİstani, el-MiJel ve'n Nihal, Beyrut 1395/1975, I, 38; Ebu'1-A'lâ el-Mevdudi, Kur'an'a Güre Dört Terim, "DİN" Bahsi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, Çev: Dr.N.Ahnıed Asrar, Ankara 1983, I, 300 vd vs...)
Aynı kökten gelen ve Yüce Allah'ın sıfatı ya da ismi olarak kullanılan "ed-Deyyan"* yapılan işlerin kargılığını veren, kahreden yani islediğine zorlayan, egemen, hikmetle yöneten, hesaba çeken, hiçbir ameli karşılıksız bırakmayıp hayra da şerre de karşılık veren demektir. (İbn Side, a.g.e., XIII, 155; el-Fİruzabadi, aynı yer; Mecdu'd-Din İbnu'lrEsir, Beyrul 1399/1979, en-Nihaye fi Garibi-1-Hadis, II, 148).
"Mütedeyyin" ise, Allah'ın dinine teslim olan, itaatkar, Öldükten sonra hesab ve eczaya inanan kimse demektir. (Şehristani, a.g.e. I, 38).
Terim Manası:
Rağıb el-Isfahani, terim olarak "Din"i şöylece tanıtmaktadır: "Yüce Allah'ın kullarının faydasına kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı İle gönderdiği teş-ri'lcridir."(el-MüfredalfİGaribi'l-Kur'an, Kahire, 1381/1961, s.174).
Muhamıned AH ct-Tehanevİ de şunları söylemekledir: "Şer'İ bir lerim olarak "din", şeriat demektir. Din, şöyle de tarif edil m İşli r: Akıl sahiplerini kendi iradeleriyle seçtikleri, onları dünyada salaha, ahirette felaha kavuşturan Allah tarafından konulmuşkanunlardir. Bu anlamıyla din, hem inanç konularını hem de ameli konulan kapsamaktadır. Her peygamberin getirdiği "millet" hakkında da kullanılabilir. Allah'tan geldiği için (Allah'ın dini şeklinde) Allah'a; peygamber tarafından tebliğ edildiği için ("Peygambcr'in Dini" şeklinde) peygambere; ona uyup bağlandıkları için de (mesela "Müslümanların Dini" şeklinde) Ümmete izafe edilebilir. (Keşşafu Istılahat'l-Füntm; Kal-kutta, 1862'den İstanbul, 1404/1984 tıpkı basım, 1.503).
İbn Tcymiyye de terim olarak "din"i şöylece açıklamaktadır: "İslam, İman ve İhsan diye ifade edilen her üç kademe "din"in kapsamı içerisindedir. Çünkü sahih hadiste de belirtildiği gibi: Hz. Cebrail gelip bu konularda sorular sorup cevaplarını aldıktan sonra Hz. Peygamber (s) şöyle,buyurmuştur: "O, Cebrail'dir. Size dininizi öğretmek üzere gelmiştir". Böylece o, bunların hepsinin "din"imizin kapsamına girdiğini açıklamış oluyor." Din ile Allah'a itaat ve ibadet edildiği için "Allah'ın Dini" denilir. Kula izafe edilmesinin sebebi İse itaat edenin o olmasıdır." (Mecmu'u Fetava İbn Tcy-miyye, 1398 baskısından tıpkıbasım, XV. 158).
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, "din", ıstılah olarak tanıtılmak istenince; genelde "hak din" ve "son din" olan İslam tanıtılmak istenmiştir. Bunun en önemli sebebi olarak Allah katında geçerli tek din'in İslam olması (Al-İ İmran, 19, 85) gösterilebilir.
Kur'an-ı Kerim 'de Dîn
Din'İn terim manası bu olmakla birlikte Kur'anvc Sünnette bu kelimenin kullanılmasını tetkik ettiğimiz takdirde; sözlük anlamlarının birçoğunu da kapsayacak şekilde ele alındığını rahatlıkla tesbit edebilriiz.
"Borç" anlamına gelen ve "din" kelimesi ile aynı harflerden oluşan "deyn" kelimesini ve onun türevlerini bir kenara bırakacak olursa; "din" ve türevleri Kur'an-ı Kerim'de: Doksan-beşdefa tekrarlanmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de bu kelimenin hangi manalarda kullanıldığını örnekleriyle daha yakından tanımak üzere Damegani ile Rağıb el-Is-lahani'nin açıklamalarını aktaralım.
el-Isfahani, dini: "İtaat, ceza (karşılık) demek olup şeriat hakkında istiare yoluyla kulla-nılmışiır. Din, mana itibariyle "millet"e benzemekle birlikte, şeriata bağlılık ve itaat demek-dir" diye tarif ettikten sonra, çeşitli manalarına örnek olmak üzere birtakım ayetleri kaydetmektedir. Ona göre, Al-i İmran; 19, Nisa; 125. ayetlerindekİ "din" kelimesi "itaat" anlamındadır. "Ey kitab ehli! Dinlerinizde aşırılığa gitmeyin." (Nisa; 125) buyruğu ise, dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olan İslam Di-nİ'ne uymak için bir teşviktir. Bakara; 256'da "Din'de zorlama olamayacağım" hükme bağlayan ayet-i kerimede de maksat "itaal"tir, çünkü dine bağlılık ancak "ihla s'la olabilir. "İhlas" ile "zorlama" ise, birbirine aykırı hallerdir. Al-i İmran; 83 ayetinde yer alan: "Onlar, Allah'ın Dini'nden başkasını mı arıyorlar?" buy-ruğundaki "Din"den kasıt ise İslam'dır. Sâd; 85, Fetih; 28, Saf; 9, Tevbe; 29, Nisa; 125 ayetlerinde de aynı şekilde "İslam" kastedilmek!e-lir.
Vakıa; 86. ayette geçen "Medinin" kelimesi, 'amellere karşılık" manasınadır. (R.el-Isfaha-ni, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an, Kahire 1381/1961, s. 175).
Damegani'nin bu kavramı açıklaması daha doyurucudur: "Din, Kur'an-ı Kerim'de beş anlamda kullanılmıştır:
1-Tcvhİd: Al-i İmran; 19'da bu anlamdadır. Zümer; 2, Rum; 30, Lokman; 32 ayetlerinde olduğu gibi.
2-Hesab: Mutaffikin; 11, Sâffât; 53, Vakıa; 85'da olduğu gibi.
3- Hüküm ve Yargı: Yûsuf; 76'da "Melikin Dinî", Melik'in hüküm ve yargısı demektir. Nâr; 2'de "Allah'ın Dini" buyruğu da Allah'ın hükmü, yargı ve kanunu manasınadır.
4- Bizzat dinîn (yani hayatın her alanında kabul edilen inanç, egemen düzen, kişisel ve toplumsal ilişkiler, eşya ve kainat münasebetleri, değer yargıları v.s.'nin) kendisi. Eksiksiz ve tam haliyle Allah'ın Dini, İslam: Tevbe; 33, Saf; 9, Fetih; 28'de olduğu gibi.
5- Millet: Beyyine; 5'de olduğu gibi. (el-Hü-seyîn b. Muhammed ed-Damegani, Kamu-'1-Kur'an, Beyrut 1983,178-179).
Mevdudi, Kur'an-ı Kerim'de "Din" kelimesinin anlamına ayırdığı değerli incelemesinde şunları söylüyor: "... Bu bakımdan "din" kelimesinin Kur'an-ı Kerim'de eksiksiz bir düzeni ifade ettiği görülür. Sözkonusu bu düzen şu
dört unsurdan meydana gelir:
1- Hakimiyet ve yüce egemenlik.
2- Bu yüksek egemenlik ve hakimiyete itaat edip boyun eğmek.
3-Bu hakimiyetin otoritesi altında meydana gelen fikri ve ameli düzen.
4- Bu düzene uymaya ve ihlasla bağlanmaya karşı bu yüce egemenliğin verdiği mükafat veya karşı gelmek halinde isyan etmeye ceza verdiği" (Mevdudi Kur'an'a Göre Dört Terim. s. 103).
Sünnette Din:
Hadis-i Şeriflerde de "din" kökünden türeyen kelimeler çeşitli kip ve anlamlarıyla kullanılmıştır (Bk. el-Mu'cemu'1-Müfehres li Elfa-zi'1-Hadis... II, 163 vd., 165 vd.)
Hadİs-i Şerirlerde "din" kelimesinin hangi manalarda kullanıldığını görelim:
1-Boyun eğmek, itaat ve İbadet etmek: "A-kıllı kişi nefsine boyun eğdiren ve onu (Allah'a) ibadet ettirendir." (Tirmizi, Kıyame, 25; İbn Mace, Zühd 31) Bu hadis-i şerifde geçen "dane"nin hesaba çeken manasına geldiği de söylenmiştir.
Hz. Peygamber'in: "Kureyşten söyledikleri takdirde bütün Arapların kendilerine boyun eğecekleri bir tek söz söylemelerini istiyorum." (Tırmİzİ, Tefsir, Sure, 38, Bab 1: Ah-med b. Hanbel, 1,237) anlamındaki hadisinde de aynı anlamda kullanılmıştır.
2-İnanç ve ibadet: "Kureyşve onlar gibi İnanıp ibadet edenler (dane, dinehum) Müzdeli-fe'de vakfe yaparlardı." (Buhari, Tefsir, Sure -3, Bab 35, Müslim, Hac, 151). Yani, dinlerine uygun hareket eden ve onlar gibi ibadet eden kimseler, kastedilmektedir.
3- Hayır olsun, şer olsun karşılık: "Nasıl dav-nırsan, öyle karşılık görürsün." (Buhari, Tefsir, Sure 1, Bab 1)
4- Kahretmek, mecbur etmek, egemen ve hakim, Allah'ın "ed-Deyyan" ismi bu anlamdadır. (Ebu Ubc-el-Kasım b. Sellam, Garibu'l— Hadis, Beyrut 1396/1976, Haydarabad, 1385/1966'dan tıpkıbasım, II, 134-136, Mec-du'd-din İbnu'1-Esir, a.g.e., II, 148-149).
1-Millet: Aslında yazdırmak anlamına gelen "imla"dan gelmektedir. İzlenen "belli yol" manasına da gelir. Peygamberler şeriatı ümmetlerine yazırdıkları ve bu konuda peygamberler arasında ihtilaf olmadığından "şeriat" manasına kullanılmamıştır: "Küfür, tek millettir" sözünde olduğu gibi, "batıl" hakkında da kullanılabilir. (Tehanevi, a.g.e, II, 1346).
Fİruzabadi, el-Kâmus'da: "Millet", şeriat veya din demektir." (s.1367) derken, R. el-Isfa-hani, "Millet, anlamı itibariyle 'din'e benzemektedir." der. Aralarındaki fark şudur: Millet, ancak Peygamber'e izafe edilir.: "Atalarınız İbrahim'in, İslıak'ın, Yakub'un milleti ne uydum." (Yusuf, 38) Millet kelimesi çoğunlukla peygamberlere İzafe edilerek kullanılır. "Allah'ın milleti", "Zcyd'in milleti" gibi terkipler yapılmaz. Millet, ahirette Allah'ın mükafatını almak için peygamberler aracılığıyla gönderildiği şeriatın adıdır." der. (el-Isfahani, a.g.e., 471-472, Ebu'1-Bekâ, a.g.e., 327-328).
2-Şeıiat: Şer: Sözlükte suya giden yol demektir. "Şeriat"da aynı anlamdadır. İslami bir kavram olarak ise; yüce Allah'ın koyduğu ve -ister bir amelin keyfiyeti ile ilgili olsun, İster itikadı ilgilendirsin, herhangi bir peygamberin ondan getirdiği hükümlerdir. Şeriata "din" ve "millet" adı verildiği de olur. Şeriat kendisine itaat edilmesi bakımından "din", dikte edilip yazılması bakımından da millet, belirlenmiş bir yol olması bakımından da "Şer' ve Şeria: tır. (eı-Tehnanevi, a.g.e, I, 759-76U).
Ebu'l-Beka, "Din" kelimesine yakın terimlere dair açıklamalarından sonra aralarındaki farka şöylece işaret etmektedir: "Çoğunlukla bu lafızların biri diğerinin yerine kullanılabilmektedir. Bu bakımdan bunlar bizzat bir olmakla birlikte mana itibariyle birbirinden farklıdırlar. Çünkü "Pcygamber'den sabit olan özel yola uyulması açısından "tarika (yol)", gereğince dinlenmesi, bağlanılnıası (İz'an) gereği açısından "İman", onu teslimiyetle kabul gereği açısından "İslam", ona bağlanmanın karşılığının verilmesi açısından "din", dikte ettirilip yazılması ve etrafında toplanılması açısından "millet", susayan kimseler onun tatlı suyundan gelip İçtikleri İçin "şeriat".
bir diğer adı "en-Namus" olan Cebrail'in vahiy yoluyla onu gelirmiş olması açısından da "cn-Namus" adı verilir." (Ebu'1-Bcka, a.g.e., 327-328).
Din, Millet ve Mezheb arasındaki farka gelince; Din Allah'a, Millet Rasul'e, Mezheb de Müctehid'e nisbet edilir. (Şerif cl-Cürcani, et-Ta'rilat, "DİN" maddesi).
Bu tür davranışlar ilk elde ritüel (ibadet) davranışıdır: Aracılığıyla müminlerin tabi-at-üsıüyle ilişkilerini sembolik form içinde yürüttükleri standartlaşmış pratiklerdir bunlar. Ritüel, hayranlık, yakarış ve tabiat-üstünü kontrol etme girişimlerini içerir; din ile büyü arasındaki farkı belirlemek oldukça güçleşir bu noktada. Ritüel, daha ziyade, müminlerin çevresinde örgütlenebilecekleri davranış kuralları sağlar.
Dîni organizasyon, müminler topluluğuna katılmayı (üyeliği), geleneği sürdürme ve ihtilafları giderme girişimlerini tanımlar ve içsel farklılaşmayla müminlere dini görevler yükler.
Nihayet din bir ahlak (etik) da İçerir. Max Weber, bir dinin ahlakının, biçimsel emirlerinin sosyal hadiselerle etkileşimin sonucu olduğu üzerinde durmuştur. Dini bir ahlak, dini sistemin geri kalan bölümleriyle, biçimsel olarak çelişse de, psikolojik olarak tutarlı olabilir ya da bir din içerisinde hem psikolojik, hem de biçimsel sürtüşmeler bulunabilir. Sosyal değişmenin meydana getirdiği yeni dini dürtüleri sağlayan bu sürtüşmelerdir.
Din dahil bütün kavramlara insandan bağımsız ve insana bağlı olarak iki ayrı yönden yaklaşılabilir. İnsandan bağımsız yönüyle dine bizzat kendi asli muhtevası veya onu insan için bildirip ortaya koyan yüce ve ilahi kudret açısından yaklaşımı dine önceliği 'insan'a vererek bakmak daha yararlı olacaktır.
İnsanı her şeyin üstünde gördüğümüzde dîni insanın yarattığı varsayımı ortaya çıkar. Bu varsayımın kökleri son birkaç yüzyılın eıkin paradigmalarını üreten Batı düşüncesinde yatmaktadır. Batı düşüncesinde din denilince akla Hıristiyanlık gelir. Kur'an'da ve İnciller'de yer aldığı şekliyle ve tarihi bir gerçek olarak bir takım haramları helalleştirmenin dışında Tevrat'ın yasalarını uygulamak ve bizzat kendi İfadesiyle "Şeriaı'ı yıkmak değil, tamamlamak için" (Matta, 5:17) gelen Hz.İsa'dan sonra Sl.Paul (Pavlos) eliyle insanın maddi-dün-yevi hayatını tanzim eden kurallardan yoksun bırakılan Hıristiyanlık, putperest Roma hukukuyla birleşince daha çok bir 'öte dünya' dini halini almış, yani sekülerleşmiştir. Rönesansla birlikte Hıristiyanlığın 'öte diinya'ya yönelik kurallarına vesevap-günah değerlendirmelerine başkaldırma şeklinde gelişen modern Batı düşüncesi insanüstünü reddedip, önceliği bireye bireysel olana verince din de bireylerin zihin kalıpları arasına sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden Batı'da tek bir din tanımına rastlamak mümkün değildir.
'İlerlemecİlik ve Evrim' ilkelerine dayalı modern Batı düşüncesine göre insanlık her geçen gün daha iyiye giden geri çevrilmez bir akışın içindedir. İlkel döneminde taibat ve tabii hadiseler karşısında çaresizliğini hisseden insan, bilmek tükenmek bilmez umut ve korkular içinde birtakım görünmez güçlerin var olduğu sonucuna varmış ve bunlara tapınmaya başlamıştır. Dînler tarihçisi Max Müller'e göre ruhlar olarak algıladığı bu güçleri İlkel insanın maddileştirmesi sonucu 'tanrı'lar daha doğru bir deyişle 'putlar' ortaya çıkmıştır. Müller teorisinin İzleyicilerinden EdwardTylor, İnsanlığın ilk dinîne bu yüzden'animizm' (ruhlara tapınma) adını verir. Durkheim'e göre din toplumsal bir süreçtir. Avustralya yerlilerinin to-lem hayvanlarına gruplarının birliğini temsil enikleri için taptıklarını söyleyen bu sosyolog, toteme gösterilen saygının toplumun genel yapısına gösterilen saygı ve dolayısıyla dinsel tapmanın asıl nesnesinin toplumun kendisi olduğu sonucuna varmıştır.
Freud'a göre şahsiyetin oluşumu aşamasında dinin oyalayıcı bir fonksiyonu vardır. Kişinin şahsiyet evriminde ilk safha, çocuğun anlamadığı bir alemde kendisini tamamen güçsüz hissetmesidir. Bu güçsüzlüğün karşısında çocuğun isteklerini yerine getiren bir tür 'kadİr-İ mutlak1 olan anne ve baba belirir. Ardından inançları daha bîr biçim kazandığı zaman ise kişi çocukluğundaki durumu hatırlatan durumlara kendisini kolayca uydurur. Eskiden beri özlemini çektiği 'kadir-İ mutlak'ı başka bir şekil altında yeniden keşfetmeye hazıc ve isteklidir. Din hu özlemi yerine getiren bir sistemdir. Kısaca Freud ve onun çağımızdaki izleyicisi Erich Fromm'a göre din, kişinin kendisini gerçekleştirmesi sürecinde hissettiği güçsüzlüğünün güvene yönelen bir ürünüdür.
Kari Marks'ı en çok etkileyenlerden biri olan Feuerbach'a göre ise din, insanın kendi düşüncesinin insan-üstü bir plana aktarılışı-dır. İnsanların ruhun ölmezliğine inanmaları ve ilahi bir adaletin tecellisine olan inançları, bizzat İnsanların adalete susamışlıklarının soyut bir düzleme aktarılmasıdır, "öte dünya" insani bir isteğin şekil değiştirmesinden İbarettir. Feuerbaeh, "HristiyanJık, artık yangın ve hayat sigortalarımızla, demiryollarını iz ve buhar gemilerimizle, resim ve heykel galerilerimizle, askeri ve endüstriyel okullarımızla, tiyatrolarımız ve bilimsel müzelerimizle tam bir zıtlık halinde olan sabit bir fikirden ba§k=: bir şey değildir" der.
Feurbach'ın çok fazla etkisinde kalan Marx'nı din hakkındaki ifadeleri farklı değildir: "Din, baskı altındaki yaratıkların İç çekmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz olayların ruhudur. Din halkın afyonudur."
Bütün bu kısmen birbirinden farklı, nisbe-ten birbirine yakın bakış açıları içinde Batılı filozof ve sosyologların din tanımlan da belli bir yakınlık ar/etmektedir. Sözgelimi, dini akıl noktasından inceleyen Hegel şöyle bir tanımda bulunur: "Her din, temelde evrenin belirli bir tarzda «örülüsünden başka bir şey değildir." Hegel'in izleyicilerinden İtalyan filozof Benedetto Croce ise dini "eksik bir felsefe" olarak tanımlar. Ona göre din, ruhi hayatın sürekli ve zorunlu bir şekli değil, belki geçici bir belirtisidir. Dine irade açısından tanım getirmeye çalışanlardan Kant, "Dîn, bütün görevlerimize ilahi buyruklar gibi bakmaktır" der. Dİne duygu açısından yaklaşan romantik düşünürlerden Scheleirmacher'e göre din, "sonsuza karşı duyulan bir duygu ve heyecandan başka bir şey değildir. Bİr ilahiyatçı olan Scheleirmacher, "Dinin bir cismi, bir de ruhu vardır. Dinin cisminde kurumlar, nasslar ve din binasının toplumsal çatısı bulunur. Devleti dinle yönetme yanlıları, dinin cismine ilişkin kurumlan sürekli dünya işlerini düzenleme ve halkı boyun eğmeğe yöneltmek için kullandıklarından en büyük Önemi bu kısma vermişlerdir. Dinin ruhu İse, tabiat ötesi şeylerin en yüksek değerlerin sezgi ile bilinmesidir" der. Çağdaş dinler tarihi uzmanlarından Ru-dolf Olto ise dini "Huşu ile karışık korku, insanı hem titreten, hem de kendisine çeken esrarengiz bir korku" olarak tanımlar. Batılı din tanımları içinde en kusursuzu sayılan ve bir takım felsefe sözlüklerine din kelimesinin tanımı olarak geçen bir diğer tantm ise Emile Bo-utroux'ya aittir: "Din, bilimsel görüş yanında iman ve his görüşünün hakkını İstemesinden ibarettir."
Verdiğimiz ve vermediğimiz tüm Batılı din tanımlarındakİ ortak noktalar şöyle sıralanabilir:
1- Din, insanüstü bir kudretin vaz'ettiğİ bir sistem, bir kurum değil, bizzat insan zihninin ürünüdür;
2- insan şahsiyet evriminin ve yeryüzündeki toplumsal hayat sürecinin zayıf, aciz, korkak olduğu ve kendi üstünde bir güce dayanmak mecburiyeti hissettiği ilkel döneminde bir 'tanrı'ya İnanma ihtiyacı duyar;
3-Tabii bilimlerin ve teknolojinin insana tabiat üzerinde hakimiyet kazandırması ve tabii olaylara bilimsel açıklamaların getirilebilir olmasıyla fonksiyonunu yitirmeye başlayan din, insan hayatının belli bir safhasında artık ihtiyaç olmaktan çıkacaktır;
4- Herşeye rağmen, bazı insanlar gerek davranışlarına ahlaki, bir yön vermek, gerekse bir takım insanı duygularını tatmin etmek için hangi şekilde olursa olsun herhangi bir dine inanmaya devam edebilirler;
5- Din, duygu ve ahlak alanından çıkıp, toplumsal hayatı sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan düzenlemeğe kalktığında, halkı insan-üstü güç(lcr) adına kullanıp İstismar etme heveslisi 'din adamları'nın sömürü aracı olur, bu yüzden buna izin verilmemelidir. XIX. yüzyıl Fransız düşünürü Ferdinand Bııisson'un ifadesiyle, "Laik okul dini mahvetmeyecekiir."
Bilim ve teknolojinin katı dogmalarının 'dînin nasları' yerine geçtiği modern Ban düşüncesinin saplandığı bu pozitivist din anlayışının geçersizliği ortadadır. Önceki yüzyılın sonlarıyla bu yüzyılın başlarında Avrupa'nın içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, askeri, siyasi ve bilimsel ortamı insanlığın ulaşacağı nihai seviye olarak gören bu pozitivist düşünce, çağdaş uygarlık seviyesi hedefine yönelmiş birtakım ülkeler dışında arlık fazla İtibar görmemektedir. Önceki yüzyılın sonlarında ortaya çıkan varoluşçu endişe ve gerilimden de önce, dini insanlık tarihinin belli bir evresine ah fonksiyonunu yitirmiş bir vakıa olarak gören Augus-te Comte'un bile hayatının sonlarında kendi pozitivizmiyle çelişen bir insanlık dini peşinde koşması, pozitivist din anlayışının geçersizliğini ortaya koyan bir hadisedir. Aynı şekilde, dün olduğu gibi bugün de İnsanların büyük çoğunluğunun en azından hayatlarının belli bir döneminde Dİn'e yönelmeleri, devasa bir teknolojinin hakim olduğu Batılı ülkelerde her geçen gün şeytana tapma gibi yeni yeni ilkel dinlerin ortaya çıkması, insanların akın akın telepati, ruh çağırma, büyü, falcılık ve kehanet gibi hurafelerde doyum araması ve bütün bunların yanısıra, insanlığın sigorta, sendika, güçlü yönetim, holding ve ortak savunma ve ekonomik işbirliği paktlarında güven ve gelecek garantisi peşinde koşması:
a) Dinin ilkel insanın zayıflığının bir ürünü olduğu;
b) İlkel ve çok-tanrıcı dinlerin tarihin ilk dönemlerinde yaşamış 'ilkel' insanlara ait olup, dinin de insanla birlikte evrim geçirdiği;
c) Dinin, yangın ve hayat sigortalarımızla, demiryollarımız ve buhar gemilerimizle, resim ve heykel galerimizle, zıtlık içinde olup artık dine ihtiyaç kalmadığı iddialarını çürütmekteve Batıdaki dinler tarihi çalınmalarının dayanak noktalarını da geçersiz kılmaktadır.
Yüzyılın başında yaşamış ve Batının Çöküşü adlı eseriyle Batının bunalımım isabetle teşhis etmiş olan Oswald Spengter gibi sosyologlar, "Birgiin bütün demiryolları, gemileri, dev kentleri ve gökdelenleriyle" dinsiz Batı medeniyetinin 'etnografik' bir müze haline geleceğini söylemekle, R.Guenon, M.Lingis A. Car-rel, Max Planck, Fqritjof Capra gibi emsali gittikçe artan filozof ve bilim adamları değişik biçimlerde de olsa dinin en muhteşem biçimde insanlığı gerçek saadete bir kez daha ulaştıracağını ifade etmektedirler. Yine dini afyon telakki eden komünist ülkelerdeki değişimin yanısıra, bu ülkelerde ve Batıda her gün binlerce insanın "Tevhid Dini'ne koşması ve İslam dünyasında insanın bireysel ve toplumsal tüm hayatını her yönüyle dine dayama ve dolayısıyla dinin hayatın bütününü kuşatıcı özelliğini kabul yönünde verilen mücadele ve yapılan çalışmalara Batı'dan gelen şimdilik bireysel katkılar pozitivist din anlayışının iflasının şahitleri sayılmalıdır.
Dinin yukarıda ifade edildiği şekilde Batılı filozof veya düşünürlerce yapılan tanımlamala-rındaki en önemli etkilerden biri, din denilince akla doğuşundan hemen sonra laik ve dünyevi bir kimlik kazanmış olan Hristiyanlığın gelmiş olmasıdır. Batı dillerinde 'din' karşılığı kullanılan kelimeler de bu bağlamda manidar bir özelliğe sahiptir. Sözgelimi Yunanca'da 'din' karşılığı kullanılan kelimenin anlamı "korku ile karışık saygı"dır. Latince'de din, reli-gio kelimesiyle ifade edilirdi ki, bugün bir çok Batı dillerindeki religion kelimesi bu kökten gelmektedir. Kelimenin 'bağlamak' manasında kİ/i-ligare kökünden mi, yoksa 'saygıyla kendini toplamak' anlamındaki religare kökünden mi geldiği ihtilaflı da olsa, her halükarda kelime Allah'a karşı saygıyla karışık bir bağlılık duygusu İfade etmektedir. Batıda dinin en nihayet bir duygu, bir ahlak ve salt bir vicdan meselesine dönüştürülmesinde bizzat kelimenin ifade ettiği anlamında önemli etkisi olmuştur.
ed-Din kelimesi bizzat Kur'an'daki kullanılış biçimleriyle çok çeşitli anlamlara gelmektedir. Ceza, ödeşme yargılama, tecziye (ceza veya mükafat verme) (Fatiha; 4, Zariyat; 6, İnfi-lar; 18-19) Saffaf; 53, Vakıa; 86) yol, yasa, anayasa (Yusuf; 76), ceza hukuku (Nur; 2) ahlaki- manevi-dünyevî yasalar bütünü, sistem, gidişat (Ahzâb; 5, Mümin; 26) kulluk, İtaat (Nahl; 52), barış düzen (Enfâl; 39) bu anlamların başlıcalarıdır. Başta verdiğimiz terim anlamıyla Kur'an iki tür dinden sözeder: 1- Hak din; 2- Bizzat insanın icad ettiği batıl din.
Kur'an çok net olarak kainattaki irade sahibi varlıklardan başka (İnsanlar ve cinler) tüm
varlıkların Allah'a teslim olup itaat ettiklerini belirtir ve bu yüzden insan elinin ulaşamadığı her yerde tam bir denge ve barış hakimdir. İnsan ise yeryüzünün halifesi olarak yaratıldığından, kendisine irade ve bilgi verilmiş olup, gö-revikendi İradesiyle yeryüzünü barış içinde kainatın diğer yöreleriyle birleştirmek, yeryüzünde fesat çıkarmamaktır. İrade sahibi olduğundan zahirde birbirine zıtmış gibi görünen, Takat (emelde birbirini tamamlayan iki cephesi vardır. İnsanın: Ene (ben-ego) cephesi ve Hü-ve (o) cehpesi. Müstesna bir yaratılışa sahip olan insan bu iki cehpesi nedeniyle çeşit çeşit eğilimler, arzular ve duygular içindedir. 'Ben'in isteklerini yerine getirmede bir çok sanatlara ihtiyacı vardır. Bu sanatların hepsine birden sahip olamadığından hem cinsleriyle bir arada yaşamak zorundadır ki, her insan kendi özel kabiliyet, çalışma ve emeğinin ürününü başkalarınkiyle değiştirsin ve böylece bireysel ve toplumsal planda dünya hayalını yaşasın.
İnsana yeryüzündeki fonksiyonunu yerine getirmesi ve hayatını sürdürebilmesi için, nıiis-lüman hakimlerin ifadesiyle,
1- Kuvve-i Şehe-viyye (yeme içme, üreme... dürtüleri);
2- Kuvve-i gadabiyye (savunma ve korunma için gerekli öfke, mücadelecilik ve saldırganlık gibi dürtüler)
;3- Kuvve-i akliyye(düşünmc, muhakeme...) adlı üç kuvvet verilmiştir. Bu kuvvetler yanma tarafından sınırlandırılmamış olup insanın kendi iradesiyle maddi manevi tekamülünü sağlaması için başıboş bırakılmıştır. Eğer İnsan sahip olduğu bu kuvvetleri bireysel ve toplumsal hayatının 'barış' içinde düzenli olarak geçmesi için gerekliği biçimde sınırlamazsa, bu kuvvetler 'iffetsizlik, hak-hukuk bilmeme, hakka tecavüz, önü alınmaz bir öfke ve yanlışı doğru, doğruyu yanlış gösterme' gibi uç noktalara kayar ve bunun sonucunda bireysel ve toplumsal hayatta zulüm, fesat ve tecavüzler meydana gelir. Gerek bu zulüm, fesat ve tecavüzleri önlemek, gerekse insandaki kuvvetleri kendisine ve topluma yararlı 'orta yola' çekmek için kapsamlı bir 'adalet'e ihtiyaç vardır. Bireylerin aklı bu kapsamlı külli adaleti kavramaktan acizdir. O halde külli bir
akla İhtiyaç vardır ki, bütün bireyler bu külli akıldan istifade etsinler. Kişiyi kendi hayâtında tam bir mutluluk, düzen ve ahenk içinde geçirebileceği noktaya getiren toplum hayatını adalet temellerine oturtan ve sonunda ölümle birlikte ebedi bir cennet hayatının kapılarını açan bu külli (tümel) akıl, Allah tarafından gönderilmiş olan ed-Din, yani Hak Din'dir.
Sonra dinin tatbikini temin edecek bir merci, bîr sahip lazımdır. Bu merci ve sahip de ancak peygamberdir. Peygamber olan zatın da her yönden halka olan hakimiyetini devam ettirmek için maddi ve manevi bir yüceliğe ve bir seçkinliğe ihtiyacı olduğu gibi, yaratıcı ile olan ilişkisinin derecesini göstermesi içinde bir 'dclil'c ihtiyacı vardır. Böyle bir delil onun şahsiyeti, hayatı ve mucizeleridir.
Dini gönderenin, yani Allah'ın emirlerine ve yasaklarına bir başka deyişle ed-Din'c itaat ve bağlılığı sağlamak için Allah'ın kudret ve büyüklüğünü zihinlerde tesbit edip gönüllerde yerleştirmeye İhtiyaç vardır. Bu da ancak imanı hakikatlerin tecellisi ve inkişafıyla mümkün olur. İ manî hakikatlerin tecelli, takviye ve inkişafı da ancak tekrar ile yenilenen ve güçlenen ibadetle mümkündür.
Bazı müslüman alimler dini bir tekerleğe benzetmişlerdir. Tekerleğin çerçevesini, dinin daha çok idari ve toplumsal hükümleri oluşturur: Allah'ın koyduğu vergileri toplayıp yerlerine harcamak, dinin serbestçe yaşanacağı ortamı hazırlamak vebu amaçla dini yaymak, dinin, ülkesinin ve insanların can, mal, ırz ve akıllarının korunması ve bunlara karşı girişilen tecavüzlerin önlenip dinin tebliğinin önüne konan engellerin kaldırılması için gerekirse savaşmak, ticari, mali sermaye-emek ve her-türlü karşılıklı ilişkileri düzenleyici kurallar, mülk edinme, evlenme, boşanma, miras vb. konusundaki kurallar, suç işleyenleri cezalandırmak ve zulme meydan vermemek bu hükümlerin bazılarıdır.
Tekerlekte çerçeveden sonra çubuklar gelir. Çubuklar merkezi çerçeveye, çerçeveyi de merkeze bağlar. Çubuklar çerçeveden merkeze doğru gider. Namaz, oruç, İçki-kumar yasağı, hile yapmama, aldatmama, hacc, İnfak, zikir, dua, tefekkür, murakebe, nafile ibadetler, zühd, tevekkül, sabır, şükür vb. çubukları oluşturur. Merkezle çerçeveyi birbirine bağlayan bu çubuklar sayesinde merkezi oluşturan 'Hakikat' bütünüyle çerçevede yansır. Merkez, en net ve özlü İfadesiyle "la ilahe İllallah, Muhammedi'm Rasulullah" kelimesinde anlamını bulan hakikattir. Tekerleğin üzerinde bulunan toplum da hakikat üzere olan toplumdur. Bu hakikatle, İnsanın öz varlığını oluşturan hakikat ve kainatta hakim olan hakikat arasında hiçbir fark yoktur. Demek oluyor ki, dinîn sonunda vardığı hedef ve taşıdığı öz, insana gerçek insanlığını, 'kamilinsün'(İnsan-ıkamil) olma halini kazandırmaktan ibarettir. Bu tüm İnsanlığın hayatında gerçekleştiğinde, yeryüzünde ve artık kainatta Tevhİd bütünüyle hakim olmuş ve göklerle yer 'barış,' İçinde birleşmiş, demektir.
İnsan gerek bireysel gerekse toplumsal hayatında birtakım kurallara uymak zorundadır. Bu kurallar eğer Allah'ın seçip gönderdiği dinin kuralları değilse, onların yerini İnsanların veya İnsanlar adına bir kişi veya grubun koyduğu kurallar alacaktır. Bu durumda ortaya İnsan yapısı, Özde bir ama nicelik bakımından bîrden fazla olabilen din(lcr) çıkar. Bu diıı(-ler)in tann(lar)ı onu ortaya koyan(lar)ın ncfs(ler)idir, arzularıdır, heves ve tutkularıdır. Toplum hayatındaki rabb(ler)i ise, o insanların kendileridir. Bu din(ler)in de inanılıp kabul edilmesi gereken birtakım esasları ve uyulması gereken hukuki ve ahlaki kuralları vardır. Allah'ın asla razı olmadığı bu din(-ler)de özde bir, şekilce ayrı pek çok pullar bulunur. İnsanlık tarihinin şahit olduğu üzere bu toplumsal hayattaki dayanak noktası kuvvettir; hedefi çıkardır; hayattaki düsturu kavgadır, boğuşmadır; toplumlar arasındaki bağı ırkçılıktır, kabilecilikür; meyvesi, nefsani hevesleri tatmin ve insanlığın ihtiyaçlarını artırmaktır.
Hak dinin esası Allah'a kulluktur, ama bu, yalnız Allah'a kul olmakla başka hiçbir varlığın önünde boyun eğmeyi kabul etmeyen bir kulluktur. Hak Dinin toplum hayatındaki dayanak noktası haktır, gayesi fazilet ve Allah'ın maşıdır; hayat düsturu yardımlaşmadır; toplumlar arasındaki bağı iman bağıdır, meyvesi nefsani heveslerin tecavüzüne set çekip ruhu yüceliklere teşvik, ulvi hisleri tatmin ve insanı kemalata sevketmektir.
Batılı dinler tarihçilerinin teorilerinin aksine, insanlığın ilk dini 'animizm' veya 'totemizm' gibi 'ilkel' dinler değil, Kur'an'ın deyişiyle el-Islam'dır İnsan, insan olmak bakımından hisleri, arzulan ve hedefleriyle aynı İnsan olduğundan, Allah'ın onun için seçip gönderdiği din de temelde hep aynı ve tek olmuştur. Hz.Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed gibi tüm resullerin gelirtp tebliğ, nebilerin uyup tatbik ettiği dîn her zaman için Kur'an'ın tabiriyle el-İslam olmuştur. Ama, her defasında bir takım nefsani sebeplerle bu dinden uzaklaşan insanlar temelde aynı, fakat şekilce farklı olabilen (dinler) üretmişler ve böylece 'İlkel, batıl, şirk dinleri' ortaya çıkmıştır. Nitekim, Hindin kutsal kitaplarından Ve-dalar'ı inceledikten sonra Alman filozofu Sc-hellİng'in vardığı sonuç cidden ilginç olup, bu gerçeği doğrular mahiyettedir. Şöyle diyor Sc-helling: "Bütün insanlık Önceleri tek varlıktı ve tek Tanrı'ya inanıyordu. (Sanki) en eski din yıldız yıldız parçalanmış."
Batı'daki dinler tarihi teorilerinin etkisinde kalan bir takım son dönem müslüman araştırıcılar, İslam'ın bazı unsurlarını (tasavvuf gibi, mehdİlikgibİ) eski Hİndve ön Asya dinleriyle Hıristiyanlık ve Yahudilikte de görünce, bunların İslam'a o dinlerden girdiği gibi yanlış bir sonuca varmışlardır. Oysa, İslam'dan sapma sonucu ortaya çıkan bu dinler kuşkusuz İslam'dan bir takım doğruları da kendilerinde barındırmaktadırlar.
Dini tanımlarken, onu salt bir his ve heyecan olarak görmekle kimi batılı düşünürlerin düştüğü hataya karşılık, kimi müslüman düşünürler de onu salt bir sistem, bir ideoloji gibi değerlendirmekle hataya düşmektedirler. Din, bciki bir sistemdir; insanın bireysel ve toplumsal hayalını her bakımdan düzenleyen bir sistemdir, fakat bu sistemde hedef dünya mutluluğu değil, Allah rızası, mükafat, dünya hayatında refah, maddi-askeri alanda galibiyet ve yeryüzünde hakimiyet değil, belki bunlar da verilmekle birlikte, yine Allah'ın hoşnutluğu ve öte dünya mutluluğudur. Bu sistemde, dünya hayatı ahiretin tarlası, cennet veya cehenneme uzanan Sırat'tır. Bu sistemin temelinde bir yönüyle ilim, bir yönüyle muhabbet ve feraset yatar; nefsin hayatının yanısıra onun da ııyniük zorunda olduğu kablî hayat yatar. Bu bakımdan his, heyecan, ulvi duygular, vecd ve muhabbet dinin asli öğeleri arasındadır.
Batılıların din adma reddettikleri İşte dinin bu yönüdür; fakat bu asli yönüyle insanlığın dinsiz olamayacağı, yukarıda verdiğimiz Örneklerde görüldüğü gibi ortadadır. Çünkü din, insanın fıtratına, vicdanına yerleştirilmiştir ve oradan çıkartılıp atılması mümkün değildir. Bu yönüyle dini reddedenler, gerçekte kendilerini 'dinsiz' sananlardır; yoksa mutlak inkâr, imkansızdır. İkinci olarak, dini beşer hayatını kuşatan şu veya bu §ekilde bîr sistem olarak ele aldığımızda yine her insanın hak veya batıl mutlaka bir dine tabi olduğunu görürüz. Şu kadar ki, Allah'a izafe edildiğinde, yani Allah'ın dini veya 'hak din' kastedildiğinde din adına karşımıza yalnızca İslam çıkar. Bunun karşısındakilere bu anlamda "din" denilmez.
Son olarak, din yukarıda verilen sözcük anlamları dahilinde terim anlamıyla ele alındığında, bir başka deyişle terim anlamı sözcük anlamlarına uygulandığında ortaya şöyle bir tablo çıkar:
Allah'ın insanı mükemmel şekilde yaratıp yeryüzünde halife yapması, ona gitmesi gereken yolu göstermesi, kitaplar ve peygamberler göndermesi kainattaki çoğu varlıkları emrine vermesi hep onun insan Üzerindeki birer nimeti, emaneti, aynı zamanda insanın da Allah'a karşı bir bakıma borçlanmasıdır. Eğer insan yeryüzünde Allah'ın nimetleri karşısında şükürde bulunursa borcun gereğini yerine gelirmiş olur. Bu da Allah'a İtaatla mümkündür. Allah'a İtaat ise ancak onun gönderdiği hükümleri uygulamakla mümkün olur.
Ali ÜNAL, Zübeyir YETİK
Din, Arapça bir kelime olarak Dâl-ye-nun harflerinden meydana gelmiştir. Söyleyiş şekli değişmeksizin Türkçe'ye girmiştir. Kelime gerek İslam öncesi Arapçasında gerek Kur'an ve sünnette oldukça yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Bunun tabii bir sonucu olarak kelime; İslam Tarihi boyunca bütün çeşitliliğiyle ve farklı oranlar da olsa da-yoğun olarak kaynaklarda. İlmi ve edebi eserlerde; sözlü ve yazılı anlatımlarda yerini almış; İslami ilimlerin anahtar terimlerinin en başında yer almıştır. Bu bakımdan bu kelimenin hem sözlük hem terim anlamı anlam itibarıyla ona yakın ıstılahlarla birlikte yakından bilinmeli; Kur'an ve Sünnetteki kullanmaları etraflı bir şekilde tanınmalıdır. Bu maksatla burada kelimenin lügat ve terim anlamlan dışında yakın anlamlı terimlerle karşılaştırmasını yapmakla birlikte Kur'an ve sünnetteki kullanmaları da ele alınacaktır. Ayrıca konuyu tamamlayıcı diğer bazı hususlara da değinilecektir.
Sözlükle "Din":
1- İyi ya da kötü kargılık, ceza:
"Eğer siz ceza görmeyecek (din kökünden: "Medinin") olsaydınız." (el-Vakıa, 86).
2- Adet ve alışkanlık
Şair: "Ebedıyyen onun da benim de "din"im bu mudur?" derken "adet ve alışkanlığı bu mudur?" demek İstemektedir.
3- İtaat, ziller ve bağlılık, üstünlük sağlamak, galip gelmek: "Filan oğulları kıratlara boyun eğmezler (la yedinunc)" denirken bu anlamıyla kullanılmaktadır.
Hadisi şerifte geçen: "Akıllı kişi nefsine hakim olandır (dâne)" şeklindeki kullanımı da bu manaya bir örnektir.
4- Egemenlik, mülk, hüküm (yönetim, yargı) gidiş idare. Başkalarını idare etmek üzere görevlendirmiş olduğumuz birisinden: "Dey-yentuhu'l-kavme" diye l^z ederiz.
5- Tevhid, Allah'a İbadetin her türlüsü, dine yakın manasıyla millet, vera ve masiyet.
6- Bir şeye zorlanmak.
7- Aziz ve zelil olmak.
8- İtaat etmek, asi olmak.
9- İyi ya da kötü bir şeyi alışkanlık haline getirmek... gibi mamıkını gelmektedir. (Mecdııd-din ei-Firıtzabadi. cl-Kaniusu'l-Muhit, Beyrut 1407/1987, s.1546; Ebu'l-Hasen b. Side, el-Muhassas, Beyrut, (t.y.), XVII, 155-156, Ebu'1-Beka, cl-Külliyat, Amira, 1287, s.327, Şehrİstani, el-MiJel ve'n Nihal, Beyrut 1395/1975, I, 38; Ebu'1-A'lâ el-Mevdudi, Kur'an'a Güre Dört Terim, "DİN" Bahsi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, Çev: Dr.N.Ahnıed Asrar, Ankara 1983, I, 300 vd vs...)
Aynı kökten gelen ve Yüce Allah'ın sıfatı ya da ismi olarak kullanılan "ed-Deyyan"* yapılan işlerin kargılığını veren, kahreden yani islediğine zorlayan, egemen, hikmetle yöneten, hesaba çeken, hiçbir ameli karşılıksız bırakmayıp hayra da şerre de karşılık veren demektir. (İbn Side, a.g.e., XIII, 155; el-Fİruzabadi, aynı yer; Mecdu'd-Din İbnu'lrEsir, Beyrul 1399/1979, en-Nihaye fi Garibi-1-Hadis, II, 148).
"Mütedeyyin" ise, Allah'ın dinine teslim olan, itaatkar, Öldükten sonra hesab ve eczaya inanan kimse demektir. (Şehristani, a.g.e. I, 38).
Terim Manası:
Rağıb el-Isfahani, terim olarak "Din"i şöylece tanıtmaktadır: "Yüce Allah'ın kullarının faydasına kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı İle gönderdiği teş-ri'lcridir."(el-MüfredalfİGaribi'l-Kur'an, Kahire, 1381/1961, s.174).
Muhamıned AH ct-Tehanevİ de şunları söylemekledir: "Şer'İ bir lerim olarak "din", şeriat demektir. Din, şöyle de tarif edil m İşli r: Akıl sahiplerini kendi iradeleriyle seçtikleri, onları dünyada salaha, ahirette felaha kavuşturan Allah tarafından konulmuşkanunlardir. Bu anlamıyla din, hem inanç konularını hem de ameli konulan kapsamaktadır. Her peygamberin getirdiği "millet" hakkında da kullanılabilir. Allah'tan geldiği için (Allah'ın dini şeklinde) Allah'a; peygamber tarafından tebliğ edildiği için ("Peygambcr'in Dini" şeklinde) peygambere; ona uyup bağlandıkları için de (mesela "Müslümanların Dini" şeklinde) Ümmete izafe edilebilir. (Keşşafu Istılahat'l-Füntm; Kal-kutta, 1862'den İstanbul, 1404/1984 tıpkı basım, 1.503).
İbn Tcymiyye de terim olarak "din"i şöylece açıklamaktadır: "İslam, İman ve İhsan diye ifade edilen her üç kademe "din"in kapsamı içerisindedir. Çünkü sahih hadiste de belirtildiği gibi: Hz. Cebrail gelip bu konularda sorular sorup cevaplarını aldıktan sonra Hz. Peygamber (s) şöyle,buyurmuştur: "O, Cebrail'dir. Size dininizi öğretmek üzere gelmiştir". Böylece o, bunların hepsinin "din"imizin kapsamına girdiğini açıklamış oluyor." Din ile Allah'a itaat ve ibadet edildiği için "Allah'ın Dini" denilir. Kula izafe edilmesinin sebebi İse itaat edenin o olmasıdır." (Mecmu'u Fetava İbn Tcy-miyye, 1398 baskısından tıpkıbasım, XV. 158).
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, "din", ıstılah olarak tanıtılmak istenince; genelde "hak din" ve "son din" olan İslam tanıtılmak istenmiştir. Bunun en önemli sebebi olarak Allah katında geçerli tek din'in İslam olması (Al-İ İmran, 19, 85) gösterilebilir.
Kur'an-ı Kerim 'de Dîn
Din'İn terim manası bu olmakla birlikte Kur'anvc Sünnette bu kelimenin kullanılmasını tetkik ettiğimiz takdirde; sözlük anlamlarının birçoğunu da kapsayacak şekilde ele alındığını rahatlıkla tesbit edebilriiz.
"Borç" anlamına gelen ve "din" kelimesi ile aynı harflerden oluşan "deyn" kelimesini ve onun türevlerini bir kenara bırakacak olursa; "din" ve türevleri Kur'an-ı Kerim'de: Doksan-beşdefa tekrarlanmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de bu kelimenin hangi manalarda kullanıldığını örnekleriyle daha yakından tanımak üzere Damegani ile Rağıb el-Is-lahani'nin açıklamalarını aktaralım.
el-Isfahani, dini: "İtaat, ceza (karşılık) demek olup şeriat hakkında istiare yoluyla kulla-nılmışiır. Din, mana itibariyle "millet"e benzemekle birlikte, şeriata bağlılık ve itaat demek-dir" diye tarif ettikten sonra, çeşitli manalarına örnek olmak üzere birtakım ayetleri kaydetmektedir. Ona göre, Al-i İmran; 19, Nisa; 125. ayetlerindekİ "din" kelimesi "itaat" anlamındadır. "Ey kitab ehli! Dinlerinizde aşırılığa gitmeyin." (Nisa; 125) buyruğu ise, dinlerin en mükemmeli ve en üstünü olan İslam Di-nİ'ne uymak için bir teşviktir. Bakara; 256'da "Din'de zorlama olamayacağım" hükme bağlayan ayet-i kerimede de maksat "itaal"tir, çünkü dine bağlılık ancak "ihla s'la olabilir. "İhlas" ile "zorlama" ise, birbirine aykırı hallerdir. Al-i İmran; 83 ayetinde yer alan: "Onlar, Allah'ın Dini'nden başkasını mı arıyorlar?" buy-ruğundaki "Din"den kasıt ise İslam'dır. Sâd; 85, Fetih; 28, Saf; 9, Tevbe; 29, Nisa; 125 ayetlerinde de aynı şekilde "İslam" kastedilmek!e-lir.
Vakıa; 86. ayette geçen "Medinin" kelimesi, 'amellere karşılık" manasınadır. (R.el-Isfaha-ni, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an, Kahire 1381/1961, s. 175).
Damegani'nin bu kavramı açıklaması daha doyurucudur: "Din, Kur'an-ı Kerim'de beş anlamda kullanılmıştır:
1-Tcvhİd: Al-i İmran; 19'da bu anlamdadır. Zümer; 2, Rum; 30, Lokman; 32 ayetlerinde olduğu gibi.
2-Hesab: Mutaffikin; 11, Sâffât; 53, Vakıa; 85'da olduğu gibi.
3- Hüküm ve Yargı: Yûsuf; 76'da "Melikin Dinî", Melik'in hüküm ve yargısı demektir. Nâr; 2'de "Allah'ın Dini" buyruğu da Allah'ın hükmü, yargı ve kanunu manasınadır.
4- Bizzat dinîn (yani hayatın her alanında kabul edilen inanç, egemen düzen, kişisel ve toplumsal ilişkiler, eşya ve kainat münasebetleri, değer yargıları v.s.'nin) kendisi. Eksiksiz ve tam haliyle Allah'ın Dini, İslam: Tevbe; 33, Saf; 9, Fetih; 28'de olduğu gibi.
5- Millet: Beyyine; 5'de olduğu gibi. (el-Hü-seyîn b. Muhammed ed-Damegani, Kamu-'1-Kur'an, Beyrut 1983,178-179).
Mevdudi, Kur'an-ı Kerim'de "Din" kelimesinin anlamına ayırdığı değerli incelemesinde şunları söylüyor: "... Bu bakımdan "din" kelimesinin Kur'an-ı Kerim'de eksiksiz bir düzeni ifade ettiği görülür. Sözkonusu bu düzen şu
dört unsurdan meydana gelir:
1- Hakimiyet ve yüce egemenlik.
2- Bu yüksek egemenlik ve hakimiyete itaat edip boyun eğmek.
3-Bu hakimiyetin otoritesi altında meydana gelen fikri ve ameli düzen.
4- Bu düzene uymaya ve ihlasla bağlanmaya karşı bu yüce egemenliğin verdiği mükafat veya karşı gelmek halinde isyan etmeye ceza verdiği" (Mevdudi Kur'an'a Göre Dört Terim. s. 103).
Sünnette Din:
Hadis-i Şeriflerde de "din" kökünden türeyen kelimeler çeşitli kip ve anlamlarıyla kullanılmıştır (Bk. el-Mu'cemu'1-Müfehres li Elfa-zi'1-Hadis... II, 163 vd., 165 vd.)
Hadİs-i Şerirlerde "din" kelimesinin hangi manalarda kullanıldığını görelim:
1-Boyun eğmek, itaat ve İbadet etmek: "A-kıllı kişi nefsine boyun eğdiren ve onu (Allah'a) ibadet ettirendir." (Tirmizi, Kıyame, 25; İbn Mace, Zühd 31) Bu hadis-i şerifde geçen "dane"nin hesaba çeken manasına geldiği de söylenmiştir.
Hz. Peygamber'in: "Kureyşten söyledikleri takdirde bütün Arapların kendilerine boyun eğecekleri bir tek söz söylemelerini istiyorum." (Tırmİzİ, Tefsir, Sure, 38, Bab 1: Ah-med b. Hanbel, 1,237) anlamındaki hadisinde de aynı anlamda kullanılmıştır.
2-İnanç ve ibadet: "Kureyşve onlar gibi İnanıp ibadet edenler (dane, dinehum) Müzdeli-fe'de vakfe yaparlardı." (Buhari, Tefsir, Sure -3, Bab 35, Müslim, Hac, 151). Yani, dinlerine uygun hareket eden ve onlar gibi ibadet eden kimseler, kastedilmektedir.
3- Hayır olsun, şer olsun karşılık: "Nasıl dav-nırsan, öyle karşılık görürsün." (Buhari, Tefsir, Sure 1, Bab 1)
4- Kahretmek, mecbur etmek, egemen ve hakim, Allah'ın "ed-Deyyan" ismi bu anlamdadır. (Ebu Ubc-el-Kasım b. Sellam, Garibu'l— Hadis, Beyrut 1396/1976, Haydarabad, 1385/1966'dan tıpkıbasım, II, 134-136, Mec-du'd-din İbnu'1-Esir, a.g.e., II, 148-149).
1-Millet: Aslında yazdırmak anlamına gelen "imla"dan gelmektedir. İzlenen "belli yol" manasına da gelir. Peygamberler şeriatı ümmetlerine yazırdıkları ve bu konuda peygamberler arasında ihtilaf olmadığından "şeriat" manasına kullanılmamıştır: "Küfür, tek millettir" sözünde olduğu gibi, "batıl" hakkında da kullanılabilir. (Tehanevi, a.g.e, II, 1346).
Fİruzabadi, el-Kâmus'da: "Millet", şeriat veya din demektir." (s.1367) derken, R. el-Isfa-hani, "Millet, anlamı itibariyle 'din'e benzemektedir." der. Aralarındaki fark şudur: Millet, ancak Peygamber'e izafe edilir.: "Atalarınız İbrahim'in, İslıak'ın, Yakub'un milleti ne uydum." (Yusuf, 38) Millet kelimesi çoğunlukla peygamberlere İzafe edilerek kullanılır. "Allah'ın milleti", "Zcyd'in milleti" gibi terkipler yapılmaz. Millet, ahirette Allah'ın mükafatını almak için peygamberler aracılığıyla gönderildiği şeriatın adıdır." der. (el-Isfahani, a.g.e., 471-472, Ebu'1-Bekâ, a.g.e., 327-328).
2-Şeıiat: Şer: Sözlükte suya giden yol demektir. "Şeriat"da aynı anlamdadır. İslami bir kavram olarak ise; yüce Allah'ın koyduğu ve -ister bir amelin keyfiyeti ile ilgili olsun, İster itikadı ilgilendirsin, herhangi bir peygamberin ondan getirdiği hükümlerdir. Şeriata "din" ve "millet" adı verildiği de olur. Şeriat kendisine itaat edilmesi bakımından "din", dikte edilip yazılması bakımından da millet, belirlenmiş bir yol olması bakımından da "Şer' ve Şeria: tır. (eı-Tehnanevi, a.g.e, I, 759-76U).
Ebu'l-Beka, "Din" kelimesine yakın terimlere dair açıklamalarından sonra aralarındaki farka şöylece işaret etmektedir: "Çoğunlukla bu lafızların biri diğerinin yerine kullanılabilmektedir. Bu bakımdan bunlar bizzat bir olmakla birlikte mana itibariyle birbirinden farklıdırlar. Çünkü "Pcygamber'den sabit olan özel yola uyulması açısından "tarika (yol)", gereğince dinlenmesi, bağlanılnıası (İz'an) gereği açısından "İman", onu teslimiyetle kabul gereği açısından "İslam", ona bağlanmanın karşılığının verilmesi açısından "din", dikte ettirilip yazılması ve etrafında toplanılması açısından "millet", susayan kimseler onun tatlı suyundan gelip İçtikleri İçin "şeriat".
bir diğer adı "en-Namus" olan Cebrail'in vahiy yoluyla onu gelirmiş olması açısından da "cn-Namus" adı verilir." (Ebu'1-Bcka, a.g.e., 327-328).
Din, Millet ve Mezheb arasındaki farka gelince; Din Allah'a, Millet Rasul'e, Mezheb de Müctehid'e nisbet edilir. (Şerif cl-Cürcani, et-Ta'rilat, "DİN" maddesi).
Konular
- Kahkaha ile gülmek abdesti bozar mı?
- Gıybet (Dedikodu) etmek abdesti bozar mı?
- Gözyaşı abdesti bozar mı?
- Zekere (cinsel organ) dokunmak abdesti bozar mı?
- Dişlerin arasındaki yemek artıkları gusül abdestine engel olurmu?
- Bebeklerin kusmuğu necis midir?
- Haccın İnsan Davranışları Üzerindeki Etkisi
- Hac ile ilgili mekanlar nerelerdir?
- Sürekli kanaması olan kadın...
- Adet (hayız ) ve Lohusalık bittikten sonra gusül ,namaz,ve orucun hükmü..
- Adet (hayız) gören kadına haram olan 8 şey...
- Estetik ameliyatı yaptırmak caiz mi?
- Cuma namazı nasıl kılınır?
- Merkezi sistemle ezan olurmu?
- Ezanın hükmü ve Merkezi sistemle ezan
- Alış verişte aldatma..
- Birikmiş Kaza Namazları
- Yumuşak huyluluğun fazileti...
- İslamda Elbise ve Giyinme Adabı..
- Revatip sünnetler hangileridir? Hükümleri nelerdir?
- Riya ve Riyanın zararları nedir?
- Adak orucuna nasıl niyet edilir?
- Telefonda "boşol" demek...
- Seferi olmanın şartı....
- Evlenilmeyecek kadınlar...
- Müslüman olmayan erkek ve kadınla evlenmenin hükmü..